Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Paslanmış bîhemtâ bir elmas, daima mücellâ cama müreccahtır.
Bediüzzaman
Bîhemta: Eşsiz, dengi olmayan, benzersiz
Mücellâ: Parlak, parıldayan
Milli birlik imtiyazların kaldırılması ile olur
İkinci sual: Bir insan yılan suretine girse, yahut bir velî haydut kıyafetine girse, veyahut meşrutiyet, istibdat şekline girse, ona taarruz edenlerin cezası nedir? Belki, hakikaten onlar yılandırlar, haydutturlar ve istibdattırlar!
Üçüncü sual: Acaba müstebit yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddit şahıslar müstebit olmaz mı? Bence kuvvet kanunda olmalı, yoksa istibdat münkasım olmuş olur. Ve komitecilikle tam şiddetlenir.
Dördüncü sual: Bir mâsumu idam etmek mi, yoksa on câniyi affetmek mi daha zarardır?
Beşinci sual: Maddî tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?
Altıncı sual: Bir mâden-i hayat-ı içtimaiyemiz olan ittihad-ı millet, ref-i imtiyazdan başka ne ile olur?
Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör:
Ammâ o müzeyyen Kur'ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır; diğeri, Kur'ân ve şâkirdleridir.
Evet, Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümânıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; 'Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor' der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.
Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. 'Ne güzel yapılmış'a bedel 'Ne güzeldir' der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.
Lügatçe;
müzeyyen: Süslenmiş-musannâ: sanatlı bir şekilde yapılan-Hakîm-i Ezelî: Dâimî hüküm ve idâre sahibi olan Allah-hükemâ: Filozoflar-Kur'ân-ı azîm-i kâinat: Büyük bir Kur`ân gibi derin mânâlar ifâde eden kâinât-âlî: Yüksek, yüce-müfessir: Tefsir eden, izâh eden, anlayabildiği mânâyı söyleyen ve yazan-beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen-âyât-ı tekviniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar-harf-i mânidar: Mânâlı harf-mânâ-i harfî: bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini, yaratıcısını bildirip tanıtan, tarif eden mâna-Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah-hurûf-u mevcudât: Kendi başına birşey ifâde etmeyip, Cenab-ı Hakk`ı tanıtmakla mânâ kazanan bütün varlıklar, kâinat kitabının harfleri-kitâb-ı kebîr: Büyük kitap, kâinat-hurufât: Harfler-mânâ-i ismî: Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı-tahkir: Hakaret etme, aşağılama-müştekî: Şikâyetçi.
Delinin biri camiye girer belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır…
Bir oraya bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..
Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.
Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar çıkardığı ses vs. derken tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Nihayet biter namaz bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler hafiften tartışmalar..
İmam aynı mahalleden bilir az çok garibin halini şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur sırtında odunlarla sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu? ”
Bunu duyan meczub melül-mahzun ama manalı bir bakışla sorar
“Âdetiniz böyle değil mi? ”
“Ne âdeti? ! ” der Hoca..
Cemaat da toplanmış merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..
Der ki meczub bu kez:
“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var.
Zannettim ki adet böyledir ben de şu odunları yüklendim geldim işte neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız tek bana değil!
Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var? ” der..
“Evet” der meczub “Hepinizin sırtı yüklü! ”..
Cemaatte ise hafiften “deli işte! ” manasınabıyık altından gülüşmeler başlamıştır..
Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek saf bir çocukça heyecanla bağırır:
“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk bunda kocaman bir elma ağacı vardı..
Bunda kırık bir kapı bunda bir tencere yemek bunda kızarmış tavuk şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun bununkinde de yaşlı annesi vardı! ..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;
“ Boş yok boş yok hiç! ..diye tekrarlar.
O böyle söyleyince herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!
Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını biri onaracağı kapıyı
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk
birinin sırtında sevdiği kadın
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.
“Peki söyle bakalım bende ne vardı? ” der bu kez endişeyle Hoca..
O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek ile nasıl kıldın namazı?
Meğerse efendim hocanın ineği hastaymış “öldü mü ölecek mi? ” diye düşünürmüş namazda..
“Harâbât ehlini hor görme sakın defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, kalb gözü açık olan görüyor elbet..”