Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hem ağaçlar ve nebatlar [bitkiler], umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle Seni takdis [her türlü kusur ve noksanlıklardan Yüksek, hamde övülmeğe lâyık olduğunu bildirip] ve tesbih [şânına lâyık ifadelerle anıp] ve tahmid ettikleri [bütün övgünün ve hamdin yalnız Allah'a ait olduğunu söyledikleri] gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrıca Seni takdis eder. Hususan meyvelerin bedî [mükemmel] bir surette, etleri çok muhtelif, san’atları çok acip [hayret verici], çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların [bitkilerin] başlarına koyarak zîhayat [canlı] misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ı hal [hal dili] olan tesbihatları [şânına lâyık ifadelerle anmaları], zuhurca [meydana çıkışları] lisan-ı kàl [dil ile konuşma] derecesine çıkar. Bütün onlar Senin mülkünde, Senin kuvvet ve kudretinle, Senin irade ve ihsanatınla, Senin rahmet ve hikmetinle musahhardırlar[emrine boyun eğmişlerdir] ve Senin herbir emrine mutîdirler [itaat etmişlerdir].
Ey şiddet-i zuhurundan [görünüşünün şiddetinden] gizlenmiş ve ey kibriyâ-yı azametinden tesettür etmiş[büyüklüğünün sonsuzluğundan gizlenmiş] olan Sâni-i Hakîm[her şeyi sanatla ve hikmetleyaratan] ve Hâlık-ı Rahîm [Sonsuz merhamet ve şefkat sahibi yaratıcı],
Bütün eşcar [ağaçlar] ve nebatatın[bitkilerin], bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle Seni kusurdan, aczden [acizlikten], şerikten [ortaktan] takdis [her türlü kusur ve noksanlıklardan Yüksek, hamde övülmeğe lâyık olduğunu ifade] ederek hamd ü senâ ederim.
Ey Fâtır-ı Kadîr[her şeye ücüyeten], ey Müdebbir-i Hakîm [herşeyi hikmetle yaratan ve herşeyi idare eden Allah], ey Mürebbî-i Rahîm [şefkat ve merhamet her bir varlık üzerinde görülen ve herşeyi yaratılış gayelerine göre terbiye eden Allah],
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın talimiyle [öğretmesiyle] ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ve iman ettim ki nasıl nebatat [bitkiler] ve eşcar [ağaçlar]Seni tanıyorlar, Senin sıfât‑ ı kudsiyeni ve Esmâ-i Hüsnânı [güzel isimlerini] bildiriyorlar. Öyle de, zîhayatlardan [canlılardan] ruhlu kısmı olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki; cisminde gayet muntazam [düzenli intizamlı] saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve haricî âzâlarıyla [organlarıyla] ve bedeninde gayet ince bir nizam [düzen] ve gayet hassas bir mîzan [ölçü] ve gayet mühim faidelerle yerleştirilen âlât [cihaz] ve duygularıyla ve cesedinde gayet san’atlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş[döşeme] ve gayet dikkatli bir muvazene [denge] içinde konulan cihazat-ı bedeniyesiyle [bedeni cihazlarıyla], Senin vücub-u vücuduna [varlığının inkar edilemezliğine] ve sıfatlarının tahakkukuna[gerçekleşmesine, görünmesine] şehadet [şahitlik] etmesin. Çünkü, bu kadar basîrâne[görerek] nazik san’at ve şuurkârâne[bilinçli bir şekilde] ince hikmet [bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde] ve müdebbirâne tam muvazeneye, elbette kör kuvvet ve şuursuz tabiat ve serseri tesadüf karışamazlar ve onların işi olamaz ve mümkün değildir. Ve kendi kendine teşekkül edip öyle olması ise, yüz derece muhâl içinde muhâldir. Çünkü, o halde herbir zerresi, herbir şeyini ve cesedinin teşekkülünü, belki dünyada alâkadar olduğu herşeyini bilecek, görecek, yapabilecek, âdeta ilâh gibi ihatalı bir ilim ve kudreti bulunacak, sonra teşkil-i ceset ona havale edilir ve “kendi kendine oluyor” denilebilir.