Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ALTINCI CİNAYET: Kaç defa büyük içtimalarda heyecanları hissettim. Korktum ki, avam-ı nas siyasete karışmakla asayişi ihlâl etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lâfızlarla heyecanı teskin ettim. Ezcümle, Bayezid’de talebenin içtimaında ve Ayasofya mevlidinde ve Ferah Tiyatrosundaki heyecana yetiştim. Bir derece heyecanı teskin ettim. Yoksa bir fırtına daha olacaktı.
Ben ki bedevî bir adamım. Medenîlerin entrikalarını bildiğim halde işlerine karıştım. Demek cinayet ettim
Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um ve müz'ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc ve tâcizinden kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlâacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.
Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukût eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?
Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?
Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.
Lügatçe;
hasse: Duygu organı, bir şeye mahsus kuvvet-meş'um: Kötü. Uğursuz-müz'ic: Rahatsız edici, sıkıntı verici-muacciz: Sıkıcı, bıktırıcı-âlâm-ı hazinâne: Hüzün verici, üzüntü verici acılar-ahvâl-ı muhavvifâne: Korkutucu, ürkütücü haller-yümünsüz: Bereketsiz, uğursuz-dereke: aşağı mertebe-fâsık: Günahkâr, büyük günahları işleyen-iz'âc: Rahatsız etme, bunaltma-müheyyâ: Hazır hâle getirilmiş-mürşid-i Rabbânî: Herşeyi terbiye ve idare eden Allah`a insanları yönelten yol gösterici-kavvat: Arsız, deyyus, kaltaban, gayretsiz-Sâni-i Basîr: Herşeyi hakkıyla gören ve herşeyi sanatla yaratan Allah-kitâb-ı kebîr-i kâinat: Büyük bir kitap gibi mânâlar ve hikmetler ifâde eden kâinât-mütâlâa: okuma; araştırma, etraflıca düşünme-mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniye: Herşeyi terbiye ve idâre eden Allah`ın sanat mu`cizeleri-kuvve-i zâika: Tat alma duyusu; dil-Fâtır-ı Hakîm: Herşeyi bir maksada uygun ve hikmetle, benzersiz bir şekilde yaratan Allah-sukût: Düşüş, değer kaybediş-Rezzâk-ı Kerîm: İkrâm sahibi olan rızık verici Cenâb-ı Hak-nâzır-ı mâhir: Maharetli, kabiliyetli nezâretçi, bakıcı, seyredici-kudret-i Samedâniye: Herşey kendisine muhtaç olan Allah`ın kudreti-matbah: Mutfak-müfettiş-i şâkir: Verilen nîmetlere şükreden müfettiş
Müslümanın idealinde olması gereken fikir; İslâm Birliği’dir. Risale-i Nur Külliyatında İslâm Birliği için, 'farz-ı ayn' denmiştir.
Bu hakikat Risale-i Nurlarda şöyle ifade edilir.
“Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâmdır.”
“Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı İslâmdır.”
Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.” (Hutbe-i Şamiye sh: 98)
İslâm Birliğine mukaddeme teşkil eden CENTO’nun kuruluşunu sevinçle karşılayan Bediüzzaman Hazretleri, İslâm Birliğinin ehemmiyetini şöyle ifade eder:
“Reis-i Cumhura ve Başvekile,
..Size iki hakikati beyan ediyorum:
Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl‑ i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh‑ u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet‑ i âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.
… Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, dörtyüz milyon kardeş Müslümanları ve sekizyüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 222)
Dine hürmetkar Demokratların desteklenmesi ve buna mukabil Demokratların da dindarlaşması ve İslâm dünyasına yönelmesi gerektiğini beyan eden mektub, dikkatle ve samimi olarak okunsa çok meseleler halledilmiş olacaktır.
İSTİKBALDE İSLÂM BİRLİĞİ
a) Bediüzzaman Hazretleri İslam Dünyasının geleceği için Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye yani İslâm Cumhuriyetler Birliği yani İttihad-ı İslâm müjdesi vermektedir.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.” (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 76)
İSLÂM BİRLİĞİ’NDE RİSALE-İ NUR'UN ROLÜ
Risale-i Nur’un bu memlekete kazandırdığı en ehemmiyetli iki fayda:
“Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir halâskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli mânevî belâyı def etmek için matbuat âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.
O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risalei’n-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.
Ben dünyanın halini bilmiyorum. Fakat;
● Avrupa’da istilâkârâne hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatleri bir kale olduğu gibi…
● Âlem-i İslâmın ve Asya kıt’asının hal-i hazırdaki itiraz ve ithamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mucize-i Kur’âniyedir.
Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab ederek resmî neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belâya karşı siper olsun.” (Emirdağ Lâhikası-l sh: 102)
Risale-i Nurların yabancı dillere çevrilmesi ve dış memleketlere neşri, en evvel İslam memleketleri olmalıdır. Türkiyede de resmi yoldan neşredilmelidir ki, İslam aleminin teveccühü buraya çevrilsin.
SEYYİDLER CEMAATİNİN, İSLÂM BİRLİĞİNDEKİ VAZİFESİ
Ahirzamanın manevi karanlığında ümmetin imdadına geleceği müjdelenen Mehdi’nin hizmetleri içinde İslam Birliğinin gerçekleşmesi de vardır. Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:
“Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 266)
Mehdinin bu vazifesinin sadece kendi talebeleriyle değil, geniş bir katılımla yapılacağı ifade edilir. Peygamberimiz (A.S.M.) buyurur ki:
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz.
Biri: Kitabullah.
Biri: Âl-i Beytim.'
Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.
İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.” (Lem’alar sh: 21)
SONSÖZ
İslâm Birliği ile alâkalı Risale-i Nur Külliyatında daha bir çok bahisler vardır. Biz burada sadece birkaç misaller verdik. Bunlar da gösteriyor ki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine ve Nurlardan istifade eden herkese İttihad-ı İslâmı gösteriyor. Müslümanların İslâm Birliği için çalışmalarını ve gayret göstermelerini istiyor. Burada bir defa daha tekrar ediyoruz “Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.” (Hutbe-i Şamiye sh: 90)
“Madem şu sarayı âlemin
başka emsali yok ki
güzellikleri ondan iktibas edip te
taklit edilsin.” (Şualar) .
Diyor Hz. üstad. Bir diğer sözünde de “bir saat müşahedesi ehli cennete cenneti unutturan bir Cemali Sermedi” diyor. Yani öyle güzel bir Allah'ımız var ki bu kâinattaki bütün güzellikler Ondan geliyor.
Örneksiz ve benzersiz bir şey yapmak imkânsız ama Allah ise bunu sürekli ve çok kolay yapıyor. Evrende üç büyük fiilden ve yüklemden bahsediyor Said Nursi hazretleri.
a-) Tezyin fiili; yani süsleme fiili. Bu fiil her canlı ve cansız bütün varlıklarda hâkim. O kadarki güzel olmayan bir şey yok. Her şey makamında en güzel yaratılmış. Bir kuş ancak bu kadar güzel yaratılabilir diyor insanoğlu. Ondan daha güzelini hayalimizde bile tasarlayamıyoruz. Dış şekiller ayrı bir güzel, iç şekiller ise yine daha ayrı bir güzel. Demek ki bunları güzelleştiren bir Cemîl olan Allah var. En basit dilbilgisi dersi alan bilir ki, yüklem varsa özne mutlaka vardır, özne bazen açık bazen de gizli olur. Ama öznesiz yüklemin varlığı imkân haricidir.
b-) Tanzim fiili; yani düzenleme fiili. Bu fiil de tıpkı süsleme fiili gibi her varlığı kuşatmıştır. En küçük atomdan en büyük gezegenlere kadar muhteşem bir intizam var. Örneğin üzümleri Allah bağda yaratmış eğer kavak ağacında yaratsaydı ki buna gücü yeter kimse de itiraz edemezdi ve üzüm toplamak işkence olurdu. Ama öyle yaratmamış, bütün bitkilerin, hayvanların ve insanların cihazları çok muntazam. Ve hepsi hareket halinde olmasına rağmen hiç biri intizamını bozmuyor. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Demek ki bu intizam fiili de bizlere çok merhametli bir tanzim edenin varlığını gösteriyor.
c-) Tavzif fiili: vazifelendirme fiili. Bu fiilde diğer iki fiil gibi bütün evreni kuşatmış. Vazifesiz hiçbir mevcut yok. En büyük ve güçlü devletlerde bile işsizlik problemi var. Ama Allah vazifesiz varlık yaratmamış. En büyük vazife ile de insan görevlendirilmiş. Vazifelerinin ne olduğunu bilmediğimiz varlıkların vazifesiz oluşunu zannetmek büyük bir hata olur. Bilmeyişimiz onların vazifesizliğini değil, bizim cahilliğimizi gösterir. Örneğin bir ineği çağırsak, inek abla ne yapmaya geldin bu dünyaya desek bize derki; sen bu soruyu bana nasıl sorarsın, baksana sırtındaki mont, ayağındaki ayakkabı, belindeki kemer benden, aç buzdolabını, bak et, süt, yoğurt, peynir, tereyağı ve daha neler neler hepsi benden. Peki, benim bu kadar vazifelerim var da sen ne yapmaya geldin dünyaya diye sorarsa verecek cevabımız olmalı. (Bu örneği Çantacı Nemci ağabey veriyor) Elbette bize Allah çok büyük vazifeler vermiş te biz bu vazifelerin kaçta kaçını yapıyoruz. Acaba sadece dünya için mi yaratıldık ki bütün vaktimizi ona harcıyoruz. İnsan da başka bütün varlıklar vazifelerini unutmadan, ertelemeden, tembellik göstermeden, iştiyakla yapıyor.
Elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz hava zerresinin bile o kadar vazifesi var ki, en başta nefes alıyoruz havasız yaşayamıyoruz. Sonra ışığı, sesi, kokuyu, sesi ve görüntüyü iletiyor, bitkilerin döllenmesine yarıyor. Akılsız, şuursuz, kör, sağır v.s. bütün noksan sıfatlarla muttasıf bir hava zerresinin bu kadar vazifeleri var ve bunları karıştırmadan yapıyor. Bütün bunları Allah'ın hava zerresine yaptırdığını kabul etmezsek, hava zerresinden daha akılsız oluruz. Ya da bütün hava zerrelerini haşa yüz bin defa haşa Allah gibi bilgili ve güçlü kabul etmek zorunda kalacağız. Buna akıllı varlıklardan sayılan insanların ihtimal vermesi mümkün değildir.