Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Siyaset-i dünya ile hiç alâkadar değilim.
Bütün vaktimi ve hayatımı hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeye hasr ve vakfetmişim.
Bediüzzaman
Mukaddime
Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâdolunurdu; zayıf istibdat tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki itidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; Meşrutiyette şiddetli istibdat, hapishaneyi mektep eyledi.
Ey şu şehadetnamemi temaşa eden zevat! Lütfen ruh ve hayalinizi misafireten, yeni medeniyete karışmış asabî bir bedevî talebenin hal-i ihtilâlde olan ceset ve dimağına gönderiniz. Tâ tahtie ile hatâya düşmeyiniz.
31 Mart Hadisesinde Divan-ı Harb-i Örfîde dedim ki:
Ben talebeyim. Onun için herşeyi mizan-ı şeriatla muvazene ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için herşeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum.
Ben hapishane denilen âlem-i berzahın kapısında dururken ve darağacı denilen istasyonda âhirete giden şimendiferi beklerken, cemiyet-i beşeriyenin gaddarane hallerini tenkit ederek, değil yalnız sizlere, belki bu zamandaki nev-i benî beşere irad ettiğim bir nutuktur. Onun için,(“O gün ki, bütün sırlar ortaya serilir.” Târık Sûresi, 86:9) sırrınca, kabr-i kalbden hakaik çıplak çıktı; nâmahrem olan kimseler nazar etmesin. Âhirete kemal-i iştiyak ile müheyyayım. Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım. Nasıl ki, bir bedevî garaipperest, İstanbul’un acaip ve mehasinini işitmiş, fakat görmemiş; nasıl kemal-i hâhişle görmeyi arzu eder! Ben de ma’rez-i acaip ve garaip olan âlem-i âhireti, o hâhişle görmek istiyorum. Şimdi de öyleyim. Beni oraya nefyetmek, bana ceza değil! Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen tâzib ediniz! Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için bir şandır!
Bu hükûmet zaman-ı istibdatta akla husumet ediyordu. Şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükûmet böyle olursa, yaşasın cünun! Yaşasın mevt! Zalimler için de yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfî iyi bir zemin oldu.
Lügatçe
istibdat: baskı, zulüm-itidal: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmama-istikamet: hak, doğru yol ve adalet üzere olma-iltibas: karıştırılma-şehadetname: diploma-zevat: zâtlar, kişiler-hal-i ihtilâl: ayaklanma durumu, karışıklık hâli-tahtie: hataya düşürme; “Benim yolum doğrudur, hata ihtimali var. Başkalarının yolu hatadır, doğru olma ihtimali var.” Görüşünde olmak-Divan-ı Harb-i Örfî: Sıkıyönetim Mahkemesi-mizan-ı şeriat: şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü-muvazene: karşılaştırma; ölçme, tartma-âlem-i berzah: dünya ile âhiret arasındaki kabir âlemi-nev-i benî beşer: insanoğlu, insanlık türü-kabr-i kalb: kalb kabri, kalbin kabire benzetilmesi-hakaik: hakikatler, gerçekler-kemal-i iştiyak: tam bir istek ve arzu-müheyya: hazır-garaipperest: garip ve tuhaf şeylere düşkün olan, çok seven-kemal-i hâhiş: tam bir istek ve arzu-ma’rez-i acaip ve garaip: acaip ve garipliklerin teşhir edildiği sergi, fuar-nefyetmek: sürmek, sürgün yollamak-tâzib: azap verme, cezalandırma, işkence etme-zaman-ı istibdat: baskı, zulüm dönemi-husumet: düşmanlık-cünun: delilik.
İşte, ey tenbel nefsim!
O dalgalı meydan-ı harb, bu dağdağalı dünya hayatıdır.
O taburlara taksim edilen ordu ise cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir.
O iki nefer ise, biri ferâiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebâiri terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücâhede eden müttakî Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikiyi ittiham etmek derecesinde derd-i maîşete dalıp, ferâizi terk ve maîşet yolunda rast gelen günahları işleyen fâsık-ı hasîrdir.
Ve o tâlim ve tâlimât ise (başta namaz) ibâdettir.
Ve o harb ise; nefis ve hevâ, cin ve ins şeytanlarına karşı mücâhede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezîleden, kalb ve ruhunu, helâket-i ebediyeden kurtarmaktır.
Ve o iki vazife ise; birisi hayatı verip beslemektir, diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir.
Evet, en parlak bir mu'cize-i san'at-ı Samedâniye ve bir hârika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de odur. Ondan başka olmaz!
Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan en iyi beslenir-meyve kurtları ve balıklar gibi. En âciz, en nâzik mahlûk, en iyi rızkı o yer-çocuklar ve yavrular gibi.
Lügatçe;
cemiyet-i beşeriye: İnsan topluluğu-ferâiz-i diniye: Dinin emrettiği, yapılması mecbur olan emirler-kebâir: Büyük günahlar-müttakî: Kendisini Allah`ın sevmediği fenâ şeylerden koruyan; haramdan ve günâhtan çekinen; takvâ sahibi, dindar-Rezzâk-ı Hakiki: Gerçek rızık verici olan Cenâb-ı Hak-derd-i maîşet: Geçim derdi-fâsık-ı hasîr: Zarar ve ziyanda olduğunu bilerek günah işleyen-tâlimât: bir iş hakkında hareket tarzını bildiren emirler-hevâ: Gelip geçici istek, heves, nefsin arzusu-ahlâk-ı rezîle: Rezîl ahlâk; bayağı,düşük ahlâk-helâket-i ebediye: Ebedî mahvoluş, Ebedî azab, korku-perestiş: Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme-mu'cize-i san'at-ı Samedâniye: Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah`ın sanatının mu`cizesi-hârika-i hikmet-i Rabbâniye: Cenab-ı Hakk'ın herşeyi belirli bir gaye ve hikmet ile yaratmasındaki harîkalık, muhteşemlik-idâme: Devam ettirmek.