Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Sizin hanenizdeki masum evladlarınızla masumane sohbet,
yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.
Bediüzzaman
BİZ KALÛ BELÂDAN cemiyet-i Muhammedîde (aleyhissalâtü vesselâm) dahiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız tevhiddir. Peymân ve yeminimiz imandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min i’lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira, ecnebîler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla i’lâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkâra cihad edeceğiz.
Amma cihad-ı haricîyi şeriat-ı garrânın berahin-i kàtıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur. Meşrutiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel şeriat-ı garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzi olunmuş olur.
(Şüphesiz ki Allah, mutlak kuvvet ve kudret sahibidir.) hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.
İttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil.
İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu… Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz.
Yeis, mâni-i herkemâldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın yadigârıdır…
Bediüzzaman
Lügatçe;
KALÛ BELÂ: ruhların, yaratıldıktan sonra, Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? ” sorusuna verdikleri “Evet” cevabı-Cihetü’l-vahdet-i ittihad: birliğin birlik yönü; birliği bir araya getiren yön-tevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a verme-Peymân: yemin-muvahhid: Allah’ın varlığına ve birliğine inan ve her şeyi bir olan Allah’a veren mü’minler-müttehid: birleşen, birlikte olan-i’lâ-yı kelimetullah: Allah’ın kelâmını, Kur’ân ve iman hakikatlerini yüceltme, bildirme ve duyurma-terakki: ilerleme, yükselme-ihtilâf-ı efkâr: fikir anlaşmazlıkları, uyuşmazlıkları-cihad-ı haricî: dış düşmanla yapılan cihat, mücadele-şeriat-ı garrâ: büyük, parlak ve nurlu şeriat, İslâmiyet-berahin-i kàtıa: kat’i burhanlar; güçlü ve sarsılmaz kesin deliller-icbar: zorlama; bir şey yapmada kaba kuvvet kullanma-Meşrutiyet: Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi-inhisar-ı kuvvet: güç ve kuvvetin sınırlandırılması; kuvvetin denetim altına alınarak yasal çerçevede kullanılması-ahkâm: kanunlar, kanun hükümleri-şimal: kuzey, kıblenin ters yönü-tevzi: yayılma-âmir-i vicdanî: vicdanın âmiri, yöneticisi-mârifet-i tam: tam bilme ve tanıma-medeniyet-i âmm: herkesi içine alan bir medeniyet-hükümferma: hüküm süren-hüdâ: hidayet, hak ve doğru yol olan İslâmiyet-Yeis: ümitsizlik-mâni-i herkemâl: bütün mükemmelliklerin, gelişmelerin engeli.
İşte ey namazsız adam! Ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır.
O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar; diğeri gâfil, namazsız insanlardır.
O yirmi dört altın ise, yirmi dört saat her gündeki ömürdür.
O has çiftlik ise, Cennettir.
O istasyon ise, kabirdir.
O seyahat ise; kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takvâ kuvvetine göre o uzun yolu mütefâvit derecede kat' ederler. Bir kısım ehl-i takvâ, berk gibi, bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat' eder. Kur'ân-ı Azîmüşşan şu hakikate iki âyetiyle işaret eder.
O bilet ise namazdır. Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder! Zîrâ, bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse -halbuki, kazanç ihtimâli binde birdir- sonra yirmi dörtten bir malını yüzde doksan dokuz ihtimâl ile kazancı musaddak bir hazîne-i ebediyeye vermemek, ne kadar hilâf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?
Halbuki, namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder.
Lügatçe;
mütefâvit:Çeşitli, farklı-musaddak: Tasdik olunmuş, doğrulanan-hilâf-ı akıl: Akla ters-âkıl: Akıllı-ibkâ: Bâkileştirmek. Devamlı etmek.