Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kurre ibni İyâs (r.a.) şöyle anlatıyor: Peygamber (a.s.m) bir yere oturunca, arkadaşları etrafını çepeçevre kuşatırlardı. O Sahâbîlerden biri, nereye gitse arkasından gelen küçük oğlunu önüne oturtarak Resûl-i Ekrem'i dinlerdi. Birgün bu çocuk öldü. Babası 'oğlumu hatırlayarak üzülüp etrafı rahatsız ederim' diye Hz. Peygamberin meclisine gelmez oldu. Resûl-i Ekrem onun yokluğunu hissedince, - 'Falanı aranızda niçin göremiyorum? ' diye sordu. - 'Ey Allah'ın Elçisi! Her zaman onun yanında gördüğümüz oğlu öldü' dediler. Hz. Peygamber (a.s.m) o Sahâbîyi bulup çocuğunu sordu. Dertli baba yavrusunun öldüğünü söyleyince, Resûl-i Ekrem ona başsağlığı diledi, sonra da kendisini şöyle teselli etti: - 'Söyle bakalım! Vefat eden çocuğunun, yaşadığın sürece hep senin yanında bulunmasını mı; yoksa yarın Cennetin hangi kapısına gidersen, onun senden önce koşup kapıyı açarak 'Buyur babacığım! ' demesini mi isterdin? ' O Sahâbî, - 'Ey Allah'ın Elçisi! Elbette onun benden önce koşup Cennetin kapısını açmasını isterdim' deyince, Resûl-i Ekrem, - 'Öyleyse istediğin olacak' buyurdu.
- Nesâî, Cenâiz 120.
Kalbin ayarı kaçarsa namaz insanı terk eder!
Önce azaltır ziyaretlerini!
Ekstraları keser; günde yalnızca beş kez uğrar.
Sonra dörde indiriverir.
Sabahın o sağaltan bereket ikliminden mahrum kalırsınız.
İkindiler meşgaleye takılır, öğleyi de sürükler peşinden.
Akşam nazlı bir gelinin duvağının ardındaki tebessüm gibidir.
Kıymetini bilmez, zaman denen ırmağın akışına karşı müteyakkız olmazsanız,
Sonunda o da göstermez olur yüzünü.
Yatsıyı yitirmek geceyi direksiz bırakmaktır.
Sabahı savsaklamanın gündüzü savunmasız bırakması gibidir bu.
Duâ ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi,
istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
Bediüzzaman
meyelân-ı hayr: Hayırlara yönelme duygusu
İslam Cahiliyetten kalma ırkçılığı ortadan kaldırmıştır
Eğer derseniz, 'Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor'; ben de derim:
Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben ('İslam Cahiliyetten kalma ırkçılığı ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır' H.Şerif meali) ferman-ı katîsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa'nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.
Lügatçe;
unsuriyetperverlik: Irkçılık-zehr-i katil: Öldürücü zehir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ilân-ı hürriyetin üçüncü gününde irticalen söylediği ve sonra Selânik’te Hürriyet Meydanında tekrar ettiği ve o zamanın gazetelerinin neşrettikleri nutkunun sûretidir.
Hürriyete hitâp
Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun ki, benim gibi bir bedeviyi tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l hayat şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşvünema bulsan, bu millet-i mazlumenin de eski zamana nispeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağrâz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse…
Yâ Rab! Ne saâdetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki, (Ölümden sonra tekrar diriliş) hakikatinin küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:
Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler(“Ne olurdu, ben bir toprak olaydım! ” Nebe’ Sûresi, 78:40) demeye başladılar. Yeni hükûmet-i meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşaallah bir seneye kadar,(“Beşikte olan bir bebekle konuşuyoruz.” Meryem Sûresi, 19:29) sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilâne, sabûrâne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum.
Sakın, ey ihvan-ı vatan, sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öldürmeyiniz.
Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı şeriat-ı garrâ üzerine müesses olan kanun-u esasî Azrail hükmüne geçti, onları susturdu. Sakın ey ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilâf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihya etmeyiniz.
Demek, şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı mâdere geçtik, neşvünemâ bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden, inşaallah mu’cize-i Peygamberî (a.s.m.) ile, şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler; biz birden bire şimendifer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.
Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki:
Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın. (HAŞİYE) Zira hürriyet, mürâât-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünemâ bulur…
Bediüzzaman
(HAŞİYE) : Evet, daha dehşetli bir istibdat ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.
Lügatçe;
hürriyet-i şer’î: İslâmiyetin uygun gördüğü hürriyet, İslâm’ın hürriyet anlayışı-tabakat-ı gaflet: vurdumduymazlık örtüleri, umursamazlık perdeleri-tebşir: müjdeleme-aynü’l hayat: hayatın ta kendisi ve kaynağı-menba-ı hayat: hayat kaynağı-neşvünema: büyüme ve gelişme-millet-i mazlume: zulme uğramış millet-ağrâz-ı şahsî: kişisel kinler, garazlar-medfun: defnedilmiş-medeniyet-i kadîme: eski medeniyet-mazarrat-ı umumiye: herkese zararı dokunan şeyler-hükûmet-i meşruta: 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanı ve meclisin kurulmasıyla padişahın yetkilerinin sınırlanması sonrası oluşturulan Meşrutiyet Hükûmeti-Ramazan-ı sükût: suskunluk orucu-cennet-i terakki: medeniyet ve yükselme cenneti-Hâkimiyet-i milliye: millî egemenlik-beraat-i istihlâl: makam ve rütbe vs. için bir vesika, belge-kanun-u şer’î: dine uygun kanun-hâzin-i cennet: cennet bekçisi, muhafızı-duhul: girme, dahil olma-ihvan-ı vatan: vatan kardeşleri, vatandaşlar-ittihad-ı kulub: kalplerin birleşmesi, birliği-muhabbet-i milliye: millî sevgi; İslâm milliyeti sevgisi, Müslümanlara sevgi duyma-maarif: ilim, bilgi; eğitim-sa’y-i insanî: insanın çalışması-terk-i sefahet: gayrı meşru zevk ve eğlenceleri bırakma-efkâr-ı fâside: bozguncu fikir ve düşünceler-desais-i şeytaniye: şeytanın desiseleri, hileleri-tabasbusat: yaltaklanmalar, kendini küçülterek başkasına beğendirmeye çalışmalar-şeriat-ı garrâ: parlak ve nurlu şeriat, İslâmiyet-müesses: kurulan-kanun-u esasî: temel kanun, Anayasa-hilâf-ı şeriat: şeriata zıt, aykırı-lezaiz-i nâmeşrua: İslâm’ın izin vermediği meşru ve helâl olmayan lezzetler-ittihad-ı millet: millî birlik, birleşme-rahm-ı mâder: ana rahmi-neşvünemâ: büyüme ve gelişme-şimendifer-i kanun-u şer’iye-i esasiye: şeriatın esas kanunlarının treni, vasıtası(İslami anayasa ile hızlı ve modern kalkınma) -burak-ı meşveret-i şer’iye: şer’î meşveret bineği; şeriatın her türlü meselenin çözümünde esas aldığı istişare ve danışma kurulu-tayyetmek: atlamak-milel-i mütemeddine: medenileşmiş milletler-mebâdi: prensipler, kaynaklar, unsurlar; vasıtalar-câmi i ahlâk-ı hasene: güzel ahlâkı içine alan-istidad-ı fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen yetenek-feyz-i iman: imanın bereketi, bolluğu-ferman-ı mezuniyet: mezuniyet belgesi, bitirme belgesi-su-i tefsir: kötü ve yanlış yorumlama-müteaffin: kokuşmuş-mürâât-ı ahkâm: İslâm’ın hükümlerine riayet etme, uyma.