Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.
Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma.
Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma.
Bediüzzaman
Ehl-i ilim ve diyanetin en büyük yanılgısı nedir?
Aziz kardeşlerim,
Bu defa yazılarınızda İhlâs Risalelerini gördüğüm için, sizi o gibi risalelerin dersine havale edip, ziyade bir derse ihtiyaç görmedim. Yalnız bunu ihtar ediyorum ki, mesleğimiz, sırr-ı ihlâsa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı ictimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüt etmeye mesleğimiz itibarıyla mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna mâruz biçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz’î kusuratı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar.
Gayet muhlis kardeşimiz Hasan Âtıf’ın mektubunda, bir ihtiyar âlim ve vaiz, Risale-i Nur’a zarar verecek bir vaziyette bulunmuş. Benim gibi binler kusurları bulunan bir biçarenin, ehemmiyetli iki mazeretine binaen bir sünneti (sakal) terk ettiğim bahanesiyle şahsımı çürütüp, Risale-i Nur’a ilişmek istemiş.
Evvelâ: Hem o zât, hem sizler biliniz ki: Ben, Risale-i Nur’un bir hizmetkârıyım ve o dükkânın bir dellâlıyım. O ise (Risale-i Nur) , Arş-ı Âzamla bağlı olan Kur’ân-ı Azîmüşşanla bağlanmış bir hakikî tefsiridir. Benim şahsımdaki kusurat, ona sirayet edemez. Benim yırtık dellâllık elbisem, onun bâki elmaslarının kıymetini tenzil edemez.
Saniyen: O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var.
Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar,(Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhâfaza ederek oradan geçip giderler.” Furkan Sûresi, 25:72) düsturunu rehber edininiz.
Hem, Hasan Avni ismindeki zât, madem evvelce Risale-i Nur’a girmiş ve yazısıyla da iştirak etmiş, o daire içindedir. Onun fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hattâ fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak; ve Allah’ı tanıyan ve âhireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.
Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslâmda intişarına karşı hayat-ı ictimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.
Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkit etmeyiniz. Gerçi, İmam-ı Rabbanî demiş ki: “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.” Maksadı, “sevabı olmaz” demektir; yoksa, namaz battal olur değil. Çünkü, Selef-i Sâlihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer mescide gidip gelmekte kebâire mâruz kalırsa, halvethanesinde bulunması lâzımdır.
Lügatçe;
hayat-ı ictimaiye: sosyal hayat-enaniyet: benlik, gurur-fırak-ı dâlle: hak yoldan ayrılan gruplar-medâr-ı nizâ: kavga ve çekişme sebebi-intişar: yayılma-musalâhakârâne: barıştan yana-mükellef: yükümlü-kebâir: büyük günahlar-halvethane: gizli ibâdet yeri.
Burada her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz.
Bediüzzaman, Şarkî Anadolu’da Medresetü’z-Zehrâ namında bir darülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da darülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpâre-i zekâ, İstanbul âfâkında tulû etti.”
İstanbul’a gelmeden evvel birgün Tahir Paşa,“Şark ulemasını ilzam ediyorsun, fakat İstanbul’a gidip o denizdeki büyük balıklara da meydan okuyabilecek misin? ” demişti.
İstanbul’a gelir gelmez ulemayı münazaraya davet etti. Bunun üzerine İstanbul’daki meşhur âlimler grup grup ziyarete gelip sualler soruyorlar ve o hepsinin de cevaplarını sahih olarak veriyordu. Bundan maksadı, Şarkî Anadolu’daki ilim ve irfan faaliyetine nazar-ı dikkati celb etmekti. Yoksa Molla Said, kat’iyen hodfuruşluğu sevmezdi. Her türlü gösteriş ve âlâyişten müberra olarak hareket ederdi. İlim, cesaret, hafıza ve zekâ itibarıyla pek harika idi. Aynı derecede, belki daha ziyade olarak, halis ve muhlis idi. Tasannu ve tekellüften kat’iyen hoşlanmazdı. İstanbul’daki ikametgâhının kapısında şöyle bir levha asılı idi: “Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz.” (HAŞİYE)
(HAŞİYE) : Burada şunu ilâveten beyan etmek icap eder ki: Said Nursî’nin hayatının son otuz-kırk senesinde, din-i İslâma ve Kur’ân’a hizmet cihetinde fevkalâde bir rahmet ve inayetle Risale-i Nur ihsan edildiğinden ve âlemşümûl bir mânevî cihad-ı diniye ve hizmet-i Kur’âniyede bulunduğundan anlaşılmış ve sonra kendileri de bir mânevî ihtarla kaleme almışlardır ki, onun hayatı bir intizam dairesinde geçiyordu. Yani, ileride mühim bir hizmet-i Kur’âniyede bulunacağı için, Cenâb-ı Hak o hizmet-i Kur’âniyeye zemin hazırlamak hikmetiyle, Said’i fevkalhad şartlar içerisinde ve fevkalâde inayet altında harika bir zekâ ve deha ile mücehhez olarak istihdam ve istimal ediyordu. Onun için, Tarihçe-i Hayat’ın başında beyan edildiği vecihle, onun hayat ve ahvâline bu nokta-i nazarla bakmak lâzımdır. Ve hattâ kendisi Hürriyetten evvel birçok talebelerine, dostlarına, 'Bir nur görüyorum, istikbale büyük ümitlerle bakıyorum” diye, ehemmiyetli bir Kur’ân hizmetinin vuku bulacağını haber veriyordu. Bir hiss-i kablelvuku ile, Risale-i Nur’un şimdiki mânevî hizmet-i Kur’ânîye ve imaniyesini, o zamanları siyaset âleminde olacak zannedip, bütün kuvvetiyle İstanbul’da siyaseti dine, Kur’ân’a âlet ederek çalışıyordu.