Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Biz ruhumuzla, canımızla, vicdanımızla, fikrimizle ve bütün kuvvetimizle demeliyiz ki:
“Biz ölsek, milletimiz olan İslâmiyet haydır, ilelebed bâkîdir. Milletim sağ olsun. Sevâb-ı uhrevî bana kâfidir. Milletin hayatındaki hayat-ı mâneviyem beni yaşattırır; âlem-i ulvîde beni mütelezziz eder.
(Ölüm, Nevruz günümüzdür, baharımızdır)
deyip, nurun ve hamiyetin nurlu rehberlerini kendimize rehber etmeliyiz.
Bediüzzaman
Hangisi iyi?
Arkadaş! İman, bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.
Küfür ise, bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebî nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü’minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazan galebe kâfirlerde olur. Ve keza, kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü’min ise, seyyiatının cezasını görür.
Bunun için dünya, kâfire cennet (yani âhirete nisbeten) , mü’mine Cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten) —yoksa, dünyada dahi mü’min yüz derece ziyade mesuttur—denilmiştir.
Ve keza, iman insanı ebediyete, Cennete lâyık bir cevhere kalb eder. Küfür ise, ruhu, kalbi söndürür, zulmetler içinde bırakır. Çünkü, iman, kabuğunun içerisindeki lübbü gösterir. Küfür ise, lübb ile kabuğu tefrik etmez. Kabuğu aynen lüb bilir ve insanı cevherlik derecesinden kömür derecesine indirir.
Lügatçe;
eşya: şeyler, herşey-uhuvvet: kardeşlik-irtibat: bağ, ilişki-ittisal: yakınlık, bağ-ittihad: birlik-rabıta: bağ-bürudet: soğukluk-ecnebî: yabancı-adâvet: düşmanlık-vahşet: yalnızlıktan kaynaklanan korku ve dehşet-iltizam: taraftarlık; sıkı sıkıya bağlılık-hasenat: güzel davranışlar ve işler-filcümle: kısmen-seyyiat: günahlar, hatalar-kalb etmek: dönüştürmek-lübb: öz, iç-tefrik etmek: ayırmak.
Kötülüğe mani olmak için ölümü göze akmak
Molla Said çok genç yaşta iken siyasî hayata atılır, vatan ve millete hizmete başlar. İlk hayat-ı siyasiyesi Mardin’de başlamıştır. Bunun üzerine bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla, elleri bağlı, muhafız nezaretinde Bitlis’e nefyedildi. Jandarmalarla yolda giderken namaz vakti gelir. Namaz kılmak için, kayıtların açılmasını jandarmalara ihtar eder. Jandarmalar kabul etmeyince, demir kayıtları bir mendil gibi açarak önlerine atar. Jandarmalar bu hali keramet addedip hayretler içinde kalırlar. Teslimiyetle, rica ve istirham ile,
“Biz şimdiye kadar muhafızınız idik; bundan sonra hizmetçiniziz” derler.
Bitlis’de iken birgün kendilerine Vali ile bir kısım memurların içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek,
“Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zatın irtikâp ettiği bu muameleyi kabul edemem” diyerek içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkında bir hadis-i şerif okuduktan sonra pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etmesi ihtimaline binaen de bir elini rovelverinin bulunduğu yerde tutar. Fakat Vali fevkalâde mütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat’iyen ses çıkarmaz. Oradan ayrılınca Valinin yaveri, Genç Said’e,
“Ne yaptınız? Söyledikleriniz, idamınızı muciptir” der.
Genç Said,
“İdam hayalime gelmedi; hapis ve nefiy zannederdim. Her ne ise, bir münkeri def etmek için ölürsem ne zararı var? ” cevabında bulunur.
Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla Vali kendisini istetir. Valinin odasına girerken, Vali hürmet ve tâzimle genç Said’i karşılayarak elini öpmek ister. İltifatla yer göstererek,
“Herkesin bir üstadı vardır. Sen de benim üstadımsın” der.