Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hakiki bir müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz.
Dinin şiddetle menettiği şey; fitne ve anarşidir.
Bediüzzaman
Cezire alimleri Molla Said'e talebe olurlar
Bu muhavereden sonra Paşa ile birlikte atlarla Cezire’ye giderler. Yolda, Paşa kat’iyen Molla Said’le konuşmaz. Bani Hanı dedikleri mevkie gelince, yorgunluğundan Molla Said orada biraz yatar. Uykudan uyanır uyanmaz etrafında bütün Cezîre âlimlerinin, kitapları ellerinde beklediklerini görür. Biraz görüştükten sonra çay ikram edilir. Cezire âlimleri Molla Said’in şöhretini işittikleri için, mebhût ve hayran bir vaziyette çaylarını bile unutarak Molla Said’in sualine intizar etmekte idiler. Molla Said ise kendi çayını içtikten sonra, dalgın dalgın karşısında bulunan bir-iki âlimin çayını da içer, onlar fark edemezler. Mustafa Paşa, hocalara hitaben,
“Ben okumuş değilim; fakat Molla Said ile mücadelenizde mağlûp olacağınızı şimdi anlıyorum. Zira bakıyorum ki, siz düşünmekten çaylarınızı unuttuğunuz halde, Molla Said kendi çayını içtikten başka, iki-üç bardak da sizin çayınızı içti.”
Bunun üzerine, biraz lâtife ettikten sonra Molla Said bu âlimlere karşı,
“Efendiler! Bendeniz vaad etmişim, hiç kimseye sual sormam. Binaenaleyh, suallerinize muntazırım” der.
Bu hocalar kırk kadar sual sorarlar. Umumuna cevap verdikten sonra, her nasılsa Molla Said bir sualin cevabını yanlış söylediği halde karşısındakiler doğru telâkki ederek tasdik etmişlerdi. Meclis dağılınca Molla Said hatırlar; hemen arkalarından koşarak,
“Affedersiniz, bir sualin cevabını yanlış söylediğim halde farkına varmadınız” diyerek cevabını tashih eder.
Hocalar dediler:
“İşte şimdi hakkıyla bizi tam ilzam ettiniz! ”
Sonra o hocalardan bir kısmı Molla Said’den ders almaya gelirler.
Bundan sonra Mustafa Paşa, ahdettiği mavzer tüfeğini hediye eder ve namaz kılmaya başlar.
Cevşenin sevabına dair rivayetlerde (haşa) mübalağa mı var?
Aziz, sıddîk kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur duâ-i Nebevî olan Cevşenü’l-Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevap ve fazîletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş:
“Râvî, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalâğâ görünüyor. Meselâ içinde der: Bu duâya Kur’ân kadar sevap verilir. Hem göklerdeki büyük melâikeler, o duâ sahibini gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez” diye, Risâle-i Nur’dan imdad istedi. Ben de Kur’ân’dan ve Cevşen’den ve Nur’lardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutâbık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmâlini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet “usûl” var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Sâniyen: Hergün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve İsm-i Azamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve cami meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselâm, o duânın kendi hakkında o azim mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acip sevap, zat-ı Ahmediyenin (asm) velâyet-i kübrasından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duânın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Azam mazharı olan zatın tebâiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Sâlisen: O duâ, nasıl ki zat-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübalâğâdan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor. Öyle de, o duâdaki yüzer Esma-i Hüsnânın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalâğâ, belki onların nihayetsiz tecellîlerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık (asm) haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürûr-u zamanla, o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkki edilmiş.
Râbian: Yirminci Lem’â-i İhlâsda, bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir Cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki, o koca Cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir malikiyet değil, belki insan nasıl hususî hanesine çok cihetlerle maliktir, sahiptir; öyle de, zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir nevî maliktir, tasarruf ve istifade edebilir. Hem, koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lambamdır diyebilir.
Demek bazı fevkalhad, harika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.
Hem İslâmiyette her sevabın, her fazilet-i a’malin en evvel mazharı ve bizlerin bir duâda bir zerre sevabımızda, o duâda bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zat-ı Ahmediye (asm) , hususî virdler ve duâlar ve şeriat ve risâlet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebâiyet eden has varislerini, o noktalara teşvik eder.
(Gerçek ilim Allah katındadır.)
(Gaybı Allahtan başka kimse bilemez)
dedim. O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillahilhamd, kurtuldu, tam kanaati geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim.
Umumunuza binler selâm...
Said Nursî
Riyâzü’s Sâlihîn’in Namaz Bölümünden bazı hadisler:
“Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir.” [Hûd sûresi (11) , 114] anlamındaki âyet nâzil oldu. Adam: 'Bu sadece bana mı mahsus yâ Resûlallah? ' dedi.? Resûl-i Ekrem: “Ümmetimin tamamı içindir.” buyurdular.
“Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe, beş vakit namaz ile iki cuma, aralarında işlenen küçük günahlara keffârettir.”
“Bir Müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir.”
“İkindi namazını terkeden kimsenin işlediği amelleri boşa gider.”
“Kim sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip gelişinde Allah Taâlâ o kimseye cennetteki ikramını hazırlar.”
“Bir kimse evinde güzelce temizlenir, sonra Allah’ın farzlarından bir farzı yerine getirmek için Allah’ın evlerinden birine giderse, attığı adımlardan her biri bir günahı silip yok eder; diğer adımı da onu bir derece yükseltir.”
“Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi? ” buyurdular. Ashâb: 'Evet, yâ Resûlallah! ' dediler. Resûl-i Ekrem:
“Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur.” buyurdular.
“Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir.”