MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 21.03.2013 01:38
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Ya benim Rabbim ruz-u mahşerde dese ki:
“Şu riya­kârı nîrana sevkediniz! .” Ne yaparım?
İlahî!
Senin bab-ı rahmetinden başka bir melce', bir kapı yoktur.
Bediüzzaman
Niran: ateş (cehennem)
bab-ı rahmet: rahmet kapısı, Cenab-ı Hakkın rahmetine sığınma
Sıddık-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama reis-i cumhur hükmünde idi.
Şirvan’da bulunduğu sırada Siirt civarından birisi gelerek,
“Aman efendim, Siirt’e bir çocuk gelmiş, kendisi on dört, on beş yaşında, umum ulemayı ilzam etti. Şunu ilzam etmek için sizi dâvete geldim” der.
Molla Said de şu dâvete icabet ederek Siirt’e gitmek için hazırlanır. Yola düşerler, iki saat gittikten sonra, o küçük hocanın evsaf ve kıyafetini sorar. O adam:
“Efendim, ismini bilmiyorum; fakat ilk gelişte derviş kıyafetinde olup omuzunda bir posteki vardı. Bilâhare talebe kıyafetine girdi ve umum ulemayı ilzam etti.”
Bunu dinlediğinde, kendisinden bahsettiğini ve bir sene evvelki kendi vukuatının şimdi civar köylerde şüyû bulduğunu anlayarak geriye döner, dâvete icabet etmez.
Bilâhare Siirt’e bağlı Tillo kasabasına gitti. Meşhur bir türbeye kapandı. Orada harika olarak Kamus-u Okyanus’u Bâbü’s-Sin’e kadar hıfzetti. Ne fikre binaen “Kamus”u hıfzettiği sorulduğunda,
“Kamus, her kelimenin kaç mânâya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak, her mânâya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm” cevabında bulundu.
Mezkûr türbeye kapandığı vakit küçük biraderi Mehmed yemeğini getiriyordu. Yemek içindeki taneleri, kubbenin etrafında bulunan karıncalara vererek, kendisi ekmeğini yemeğin suyuna batırarak kanaat ediyordu.
“Neden dolayı taneleri karıncalara veriyorsun? ” denildiğinde,
“Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye malikiyet ve fevkalâde vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için, cumhuriyetperverliklerine mükâfaten kendilerine muavenet etmek istiyorum” cevabında bulunmuştur. (HAŞİYE)
Tillo’da iken, bir gece Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hazretlerini rüyasında görür. Geylânî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben, “Molla Said! Mîran aşireti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarik-i hidayete dâvet ediniz. Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emr-i mârufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz.”
(HAŞİYE) : 1935’de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir? ” sualine cevaben, “Eskişehir Mahkeme Reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder” diyerek yukarıda zikredilen karınca hâdisesini anlatır ve şöyle der: “Hulefa-yı Raşidîn herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddık-ı Ekber, Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
Gafletle kılınan namazın faydası yok mu?
Sakın deme: 'Benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede? Zira: bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark, yalnız icmâl ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âminin -velev hissetmezse- namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var; şu hakikattan bir sırrı vardır -velev şuurun taallûk etmezse- Fakat, derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl, bir hurma çekirdeğinden, tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar merâtib bulunur. Öyle de: Namazın derecâtında da daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-ı nûrâniyyenin esası bulunur.
(Allah'ım! 'Namaz dinin direğidir' buyuran Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ve onun bütün âl ve ashâbına salât ü selâm eyle.)
Lügatçe;
tavsif: Vasıflandırma, birşeyin içyüzü ve özelliklerini anlatma-icmâl: Kısaca anlatma, özet-tafsil: Ayrıntılarıyla anlatmak-âmi: Bilgisiz, câhil-inkişaf: keşfetme, terakkî etme-tenevvür: Nurlanmak, feyiz almak-merâtib: Mertebeler, dereceler-hakikat-ı nûrâniyye: Nurlu hakikat.