Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kişisel Gelişimde Sosyo-fobinin Rolü
Sosyal fobi olarak da isimlendirilen sosyo-fobi, insanlarda psikolojik bir anksiyete bozukluğudur. Daha çok mükemmelliyetçilik duygusundan kaynaklanan sosyo-fobi, insanların kişisel gelişiminde engel teşkil eden önemli bariyerlerden biridir.
Sosyal ortamlarda hata işlemekten korkan sosyo-fobili insanlarda yüz kızarması, sesin ritminin bozularak titremesi, tutukluk yapma duygusu, el ve ayaklarda titreme gibi belirtiler oluşmakta; bunun sonucu olarak gruplardan uzaklaşarak, bireyselleşme arzusu ağır basmaktadır. Zira çevredekiler; özellikle yabancı kişiler, sosyo-fobisi olanların şiddetli kaygılı, sıkıntılı, huzursuz ve utangaç olmasına neden olmaktadır.
Bu tür sosyo-fobi sahibi olanların hata yapmaktan korktukları için, var olan yeteneklerini ispatlamaları ve başarılı olmaları oldukça zor olmaktadır. Yaşamları boyunca, eğer bu sosyo-fobi olgusunu üzerlerinden atmazlarsa, kişisel gelişim zorluğu çekmektedirler.
Sosyo-fobisi olduğunu hisseden ve bunu da kendisinin oluşturduğu, ancak ismini gizlediği bir web sitesinde ifşa eden bir kişinin itirafları bu problemi oldukça iyi tasvir etmektedir:
En büyük iki korkumdan ilki Sosyal Fobili olduğumun bilinmesi, öteki de SFnin fizyolojik belirtilerinin ortaya çıkmasıydı. SFli olduğumu birkaç kişiye itiraf etme cesaretini gösterince birincisi hafifledi ama ikincisinin korku krallığındaki tahtı hala yerinde duruyor. En çok da kızarmaktan korkuyorum. Kalp atışımın hızlanması, sesimin titremesi, terleme gibi tepkiler de var. Bazen de görünürde SFyi ateşleyip harekete geçirecek hiçbir neden olmadığı halde yüzümde kızarmaya dönüşeceğini hissettiğim bir gerginlik oluyor. Aslında bu fizyolojik belirtileri çok sık ve yoğun yaşıyor değilim. SFli olduğumu pek belli etmiyorum. Ama yine de SF nedeniyle bir rahatsızlık yaşamak bazen canımı sıkmaya, moralimi bozmaya yetebiliyor. Umuyorum ki yakında onlar da geçecek...
İnşallah geçer. Bu kardeşimizin aslında çok yetenekli olduğu oluşturduğu web sitesinden anlaşılıyor. Zekâsında, akli dengesinde; kısacası entelektüel boyutunda bir problem yok. Ancak yukarıda kendisinin itiraf ettiği hallerinden ötürü bunu dışarıya aksedememe sorunu yaşamaktadır.
Bu hastalığın giderilmesinde her ne kadar psikoterapi, bilişsel-davranışçı terapi gibi tedavi yöntemleri uygulanıyorsa da asıl tedavi içten gelen tedavidir. Yani bu duyguları yaşayan bireyin hata yapmaktan korkmaması gerekir. Zira insan hiçbir zaman mükemmel olamaz ve hata yapa yapa hata yapmamayı öğrenir. Bugün gelinen noktada tüm teknolojik ürünlere bakarsak, önceden yapılan hataların düzeltilmesi ve sürekli değişim ve gelişim (kaizen) felsefesiyle bu ürünler elde edilmiştir. Gelecekte bu son teknolojik ürünler de hatalı olarak algılanacak ve daha mükemmelleri yapılacaktır. İlk bilgisayarın bir oda büyüklüğünde olduğu unutulmamalıdır. Oysa bugün cepte taşınabilen bilgisayarlar mevcuttur. O halde hatalardan ve yanlışlardan korkmadan kendimize olan özgüvenimizi sağlamalıyız.
Başkalarının bizim hatalarımızı değerlendirmesi ve bizleri yargılaması çok önemli değildir. Önemli olan bizim hakkımızda Allah ne düşünüyor? Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve tüm müktesebatımızı hayırlı işlerde, insanlara faydalı olmada kullanabiliyor muyuz? İşte asıl önemli olan budur. Başkalarının ne dedikleri o kadar önemli değil...