MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 13.03.2013 22:50
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.
Bediüzzaman
Meyusâne bir hatıradan müjdeli bir ihtar:

Bugünlerde hatırıma geldi ki, hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara mâruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. “Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadeti ve takvâsı nasıl mukabele edebilir? ” diye meyusâne düşündüm.

Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirtleri hakkında necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur’âniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki: “Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dille nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur? ” diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dille zikrettikleri gibi, hâlis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur.

Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takvâ ve ictinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette, bu büyük kazancı kaçırmamak için, takvâda, ihlâsta, sadakatte çalışmak gerektir.

Lügatçe;
Meyusâne: ümitsizcesine-hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat, toplum hayatı-tahattur: hatırlama-necat: kurtuluş-işaret-i Kur’âniye: Kur’ân’ın işareti-beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi: Hz. Abdulkadir Geylanî ve Hz. Ali’nin müjdesi-mütehayyir: hayrete düşen-mâbeyn: ara-düstur-u esasiye: esas düstur, temel prensip-iştirak-i a’mâl-i uhreviye: âhirete âit işlerde mânen ortak olma-tesanüd: dayanışma-sadakat: bağlılık, doğruluk-takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma-ictinab-ı kebâir: büyük günahlardan kaçınmak, sakınmak-ulvî ve küllî ubudiyet: Yüce ve kapsamlı, tam bir kulluk.
Hz. Resulullah'ın harpte mağlubiyetinde bile büyük hikmetler var
Eğer denilirse: Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm madem Habib-i Rabbü'l-Âlemîndir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla, o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu'cizât sahibi olan bir kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor da Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidâyetinde mağlûp oluyor?

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere muktedâ ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.

İşte bu sır içindir ki, yalnız dâvâsını tasdik ettirmek için, ara sıra, indelhâce, münkirlerin inkârını kırmak için mucizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir; öyle de, hikmet-i Rabbâniye ile ve meşiet-i Sübhâniye ile tesis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, 'Sipere giriniz' emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ, tamamıyla hikmet-i İlâhiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübrâya mürâat ve itaati göstersin.

Lügatçe;
Habib-i Rabbü'l-Âlemîn: Alemlerin Rabbi olan Allah’ın sevgilisi, Hz. Muhammed (asm) -muktedâ: Kendisine uyulan, imâm-kavânin-i meşiet: Cenâb-ı Hakkın irâde ve hikmetinden çıkan kanunlar-desâtir-i hikmet: Hikmet prensipleri, kaideleri-tevfik-i hareket: Bir şeyin olmasına ve bir nizamın icablarına uygun düşen hareket-indelhâce: İhtiyaca göre, ihtiyaç duyulduğunda-âdetullah: Allah`ın tabiata koyduğu yaratılış kanunları-kavânin: Kanunlar-mürâat: Uymak-şeriat-ı fıtriye-i kübrâ: Allah`ın tabiata koyduğu büyük kanun. Büyük yaratılış kanunu.
'Menfi ibadet' ne demektir?

“İbadet iki kısımdır. Bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malumdur. Menfi kısmı ise hastalıklar ve musibetlerle musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârane teveccüh edip Onu düşünüp, Ona yalvarıp halis bir ubudiyet yapar.” (Lem’alar, 2. Lem’a’dan)
İbadet iki türlüdür. Birisi müsbet ibadetlerdir. Müsbet, iyi, güzel, normal, olumlu demektir
Namaz, oruç, zekât, hac, anne-babaya ve akrabaya iyilik yapmak, Kur’an okumak, Peygamberimize salavat getirmek gibi hepimizin bildiği ve yapmaya çalıştığı ibadetler.
Bir de menfi ibadet vardır.
İbadetin de menfisi olur mu demeyin? Olur.
Menfi, olumsuz, anormal, iyi olmayan, istenmeyen, hoşa gitmeyen, sevilmeyen anlamındadır.
Oysa ibadet denince, içinde ve özünde bu sayılanların olmaması gerekir. Müsbet ve güzel şeylerin bulunması lazım.
Menfi ibadet demek, dolayısıyla ibadet demektir. Yoksa kötü ve olumsuz demek değildir.
Menfi ibadeti şöyle anlamaya çalışalım:
Hepimiz insanız ve can taşıyoruz. Her şey istediğimiz gibi gitmez. Sevinçli günler de bizim içindir, üzüntülü günler de...
Güldüğümüz zamanlar da olur, ağladığımız zamanlar da...
Çok zaman işimiz yolunda gider, her şey istediğimiz gibi olur. Kimi zamanlar her şey ters gitmeye başlar.
Birgün gelir hasta oluruz, başımıza bir musibet, bir kaza gelir, bir belaya uğrarız, yakınımıza bir şey olur, sevdiğimiz birisini kaybederiz. Yani, acı, üzücü ve sıkıntılı bir olayla karşılaşırız.
Moralimiz bozulur, canımız sıkılır, huzurumuz kaçar, dünya bize dar gelir.
Başlarız şikâyet etmeye, dövünmeye, yakınmaya: “Bu da nereden çıktı? Başıma bu da mı gelecekti? Zaten bütün terslikler beni bulur.”
* * *
İnsan çok zaman işin farkında değildir. Başına gelen olayların hep dış yüzüne bakar, iç yüzüne eğilmek hiç aklından geçmez.
Oysa hoşumuza gitmeyen bu şeylerle Yüce Allah, bizi Kendisine yaklaştırmak istiyor, bizi kendisine çekiyor. Bizi kendi halimize bırakmıyor, bizi nefsimizin insafına terk etmiyor.
Gün gelir hasta oluruz. Ağrımız, sızımız artar, güçten takatten kesiliriz, elimiz ayağımız düşer, boynumuz bükülür, dizimizde derman kalmaz. Ne kadar genç ve dinç olursak olalım başımızı yastıktan kaldıramayız.
Böylece ne kadar âciz ve zayıf bir varlık olduğumuzu anlamış oluruz. Sonunda ne yaparız?
Derdimizi Allah’a açarız, sıkıntılarımızı Allah’a arz ederiz, başımıza gelen musibetleri Allah’a şikâyet ederiz.
Ona yöneliriz, Ona döneriz, Ondan yardım isteriz, Ona yalvarırız, Ona sığınırız, Ona yalvarır, yakarırız.
Şifa Ondan bekleriz, dermanı Ondan bekleriz.
Çünkü biz âciziz, O güçlüdür.
Biz zayıfız, Onun kudreti ise sonsuz.
Biz muhtacız, bütün ihtiyaçlarımızı O karşılıyor.
Bizim sesiz kısık, sesimizi O işitiyor, duamıza O cevap veriyor.
Dertlerimiz çok ve büyük, dermanımıza O yetiştiriyor.
Gönlümüz maznun ve kırık, huzur ve saadeti O ihsan ediyor.
Hastalık ve musibetler içinde kıvranıyoruz, hemen aklımıza O geliyor, Onu hatırlıyor, Onu düşünüyoruz. Onun rahmet kucağına atıyoruz kendimizi…
Zora düşünce yapılan dualar halis olur, gösterişten uzak olur, içine riya girmez ter temizdir.
Böylece menfi gibi görünen bütün olumsuz haller birer vesile oluyor. Kalbimiz ve dilimiz duaya ve göreve dönüyor.
* * *
Adımız gibi biliyor ve inanırız ki, Onun izni ve rızası olmadan kimse bize zarara veremez. Her dert ve musibet Onun izniyle, Ondan müsaade alarak gelmiştir. Onun izni ile geldiğine göre, “Hoş geldin” demek lazım…
Böylece bir menfi ibadet daha yapmış oluyoruz.
Dertten, hastalıktan, beladan, musibetten şikâyet etmiyoruz. Böylece içimiz, dışımız rahatlıyor.
Madem bu hastalık ve musibetler Allah’tan geldi, öyle ise sabırla karşılamalı.. Sabır gücüne dayanmalı, sabır meyvesini yemeli.
Her ne kadar ağacı acı ise, meyvesi tatlıdır.
Ama sabrı da yerinde ve zamanında kullanmalı. Hastalığın ilk anlarında, musibetin gelip çattığı ilk zamanda…
Bu acılardan sonra bir ibadet daha yapmış oluyoruz: Sabır ibadeti…
* * *
Hastalıklar ve musibetler bir ikazdır, Allah’tan gelen bir uyarıdır, Allah’ın bir ihtarıdır, hatırlatmasıdır.
Hastalık hem bize Allah’ı hatırlatır, hem de bizi günahlardan çekip çevirir.
Çünkü musibetlerin bir kısım işlediğimiz hata ve günahların sonucudur..
Musibetlere ve dertlere sabredersek günahlarımızın bağışlanmasına sebep olur. Sararan yapraklar nasıl birer yere düşerse, hastalık sonucu titreyen ve terleyen hastanın da günahları öylece birer birer dökülür. Sonunda günah kirlerinden temizlenmiş oluruz.
Bakınız menfi ibadet bize neler kazandırıyor, bizi nerelere taşıyor?
İman nuru hayatımıza geçince, iyi günlerimiz de, kötü günlerimiz de, huzurlu günlerimiz de, sıkıntılı günlerimiz de hep birer ibadet bilinci ve bereketi içinde geçiyor.