Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Resul-i ekrem aleyhissalatü vesselam ferman etmiş:
'ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade faziletli ve kıymetli sözleri;
'Lâ ilâhe illallah' kelamıdır.'
Bediüzzaman
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevaptır.
Deniliyor ki: “Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarikatlerden ziyade iman hakikatlerinin inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirtleri kısmen bir cihette velâyet derecesindeler. Neden evliyalar gibi mânevî zevkler ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar? Bunun hikmeti nedir? ”
Elcevap:
Evvelâ: Sebebi, sırr-ı ihlâstır. Çünkü, dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlûp etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevî ameline bir sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i uhrevî ile dünyevî maksatlar, zevkler aranılmaz; aranılsa, sırr-ı ihlâsı bozar.
Saniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarikatta sülûk eden âmi ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaif olanları takviye ve vesveseli şüphelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur’un imanî hakikatlerine gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirtleri, öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.
Salisen: Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-yı İlâhî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahipleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarikatın mâbeynindeki ihtilâf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında, ehl-i gafletin nazarında, onlara sû-i zan edip, o mübarek zatları, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki, Risale-i Nur’un şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir.
Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i mâneviye ve kardeşler birbirinde tefâni noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikrâmât-ı İlâhiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemâlât ve kerameti aramıyorlar.
Rabian: Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle, âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyât-ı insaniye, fâni, hazır bir meyveyi, bâki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı mâneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: “İhtiyacımız şedittir.”
Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.”
Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.
Lügatçe;
lisan-ı hal: Hal dili. Bir şeyin görünüşü ile bir mânâ ifade etmesi-lisan-ı kal: Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili-keramet: Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet-keşfiyat: keşifler, mânevî âlemde bazı hakikatleri ortaya çıkarma, keşfetme halleri-sırr-ı ihlâs: ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı-sülûk: mânevî yol alma-âmi: cahil, sıradan kimse-tahkik: doğruluğunu araştırma-hüccet: güçlü ve sarsılmaz delil-iman-ı tahkikî: inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman-mahviyetkârane: alçak gönüllülükle, acizliğini ifade ederek-ihtilâf: anlaşmazlık-enaniyet: ben, benlik-ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler-sû-i zan: kötü düşünce-ittiham: suçlama-Şirket-i mâneviye: mânevî şirket, dine ve imana yönelik yapılan toplu hizmetlerdeki ortaklık-tefâni: birbirinde fâni olma; fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama, onun üstün özelliklerini kendisinin gibi kabul edip onunla iftihar etme-intişar-ı hizmet: hizmetin yayılması-teshilât: kolaylaştırmalar-maişet: geçim, yaşayış-ikrâmât-ı İlâhiye: Allah’ın ikramları, bağışları, nimetleri-kemâlât: faziletler, iyilikler-meftun: düşkün, tutkun, aşık-hissiyât-ı insaniye: insanın hisleri, duyuları-fâni: geçici olan, ölümlü-bâki: sürekli, kalıcı-uhrevî: âhirete ait, âhiretle ilgil-hâlet-i fıtriye: yaratılıştan gelen haller-ezvak ı ruhaniye: mânevî zevkler-harem: eş, zevce-müzayaka: sıkıntı, darlık, güçlük-ehl-i hakikat: tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyen-ezvak-ı keramet: kerametin zevkleri-hüsn-ü misal: güzel örnek.
Ehl-i dalalet anlayamadığı hadiselere bir isim vermekle 'çözdüm' zanneder
Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve destgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir; “İşte bu ağaç bundan çıkmış” diye, Sâniinin o çamdaki gösterdiği bin mucizâtı inkâr eder misillü, bazı zahirî sebepleri irâe eder. Hâlıkın ihtiyar ve hikmetle işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazan gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, mânâsız kaldı!
İşte, gel, belâhet ve hamâkatin nihayetsiz derecelerine bak ki, yüz sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla bilinecek derin ve geniş bir hakikat-i mechuleye bir nam takar; malûm bir şey gibi, “Bu budur” der. Meselâ, “Güneşin bir maddesi, elektrikle çarpmasıdır.”
Hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev’iyenin ünvanları bulunan ve “âdetullah” namıyla yad edilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hadise-i Rububiyeti ircâ eder. O ircâ ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar, tesadüfe, tabiata havale eder, Ebu Cehil’den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve kanun-u askeriyeye isnad edip kumandanından, padişahından, hükûmetinden ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü, âsi bir divane olur.
Hem meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi, bir tırnak kadar bir odun parçasından, çok mucizatlı bir usta, yüz okka muhtelif taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa, bir adam o odun parçasını gösterip dese, “Bu işler tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş”; o ustanın harika san’atlarını, hünerlerini hiçe indirse, ne derece bir hamâkattir. Aynen öyle de...
Lügatçe;
cihazat: organlar, donanım-destgâh: tezgâh-Sâni: herşeyi sanatla yaratan Allah-mucizât: mu’cizeler-zahirî: görünürdeki-irâe: göstermek-Hâlık: herşeyi yaratan Allah-ihtiyar: irade, dileme, tercih-fiil-i rububiyet: Cenab-ı Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan terbiye ve idare edicilik fiili-fennî: bilimsel-nam: isim, ad-belâhet: aptallık-hamâkat: ahmaklık-hakikat-i mechule: bilinmeyen gerçek-irade-i külliye: Allah’ın herşeyi kaplayan iradesi-ihtiyar-ı âmm: Allah’ın herşeyi kuşatan iradesi, seçme ve tercih gücü-hâkimiyet-i nev’iye: bir sınıfın üstün olduğu egemenlik-âdetullah: Allah’ın tabiatta yürürlükte olan kanun ve kuralları-hadise-i Rububiyet: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın gerçekleştirdiği hadise-ircâ: döndürme, yönlendirme-nisbet: bağ-irade-i ihtiyariye: hür tercih, hür seçim-muzaaf: kat kat-echeliyet: son derece cahillik.