Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
“Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
- Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:
- “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris es-Sekafî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir” dedi.
Bunun üzerine ben:
- Yâ Resûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? diye sordum.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu”
Develeri Kalbime Bağlamam
Biri İmam-ı Azam'a gelerek: 'Yâ İmam, ben namazlarımı huşu içerisinde kılamıyorum.
Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz.
Peki siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşu içerisinde nasıl yapıyorsunuz? ' diye sormuş.
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri şöyle cevap vermişler:
'Ben develerimi kalbime bağlamam ki; ahıra bağlarım...'
Borç
İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri bir gün yolda giderken karşıdan gelen bir adamın yolunu
değiştirerek karşı tarafa geçtiğini görünce sormuş:
'Beni görünce neden yolunu değiştirdin? ' Soruya muhatap olan şahıs utana sıkıla:
'Size olan borcumu hâlâ ödeyemediğim için sizden utanıyorum. Ben bu yüzden sizi görünce
yolumu değiştirmek için karşıya geçtim. Sizinle karşılaşmaktan uyanıyorum,' demiş.
Bunun üzerine İmam-ı Azam Hazretleri şöyle demiş:
'Bundan sonra bana artık herhangi bir borcun yok. Şu andan itibaren bana olan borcunu siliyorum. Bu zamana kadar beni her gördüğünde seni huzursuz ettiğim için bana hakkını helâl et.'
Dehşet aldığın zaman; İbrahim Hakkı gibi:
'mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler'
de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Bediüzzaman
Nur Talebesi hayat sermayesinin tamamını ahirete maletmelidir
İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Malikü'l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levazımattan laakal onda biri dünyevi hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir. Acaba birkaç memleketi gezmek için hükümetten yirmi dört lira harcırah alan bir memur, ilk dahil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse, öteki yerlerde ne yapacaktır? Hükümete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı diyebilir mi? Binaenaleyh, Cenab-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, yirmi üç saat kısa ve fani olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş namaza ve baki ve sonsuz uhrevi hayata sarf etmek lazımdır ki, dünyada paşa, ahirette geda olmasın!
Lügatçe;
Sabavet: Çocukluk-levazımat: Lâzım olan şeyler-Malikü'l-Mülk: Görünen maddi âlemin sahibi olan Allah-hayat-ı faniye: Geçici, fâni hayat, dünya hayatı-laakal: En az, hiç değilse-geda: Fakir, dilenci.
'Rü'yet-i Cemalullah'a' kavuşmanın güzelliğini anlayabilirsen anla
Dokuzuncu İşaret: İmân ve muhabbetullâhın neticesi, ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla, dünyanın bin sene hayat-ı mesûdânesi, bir saatine değmeyen Cennet hayatı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşâhedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemâl ve kemâl sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin müşâhedesi, rü'yetidir ki, Haşiye hadîs-i katî ile ve Kur'ân'ın nassıyla sabittir. Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm gibi bir muhteşem kemâl ile meşhur bir zâtın rü'yetine iştiyaklı bir merak, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi bir cemâl ile mümtaz bir zâtın şuhuduna meraklı bir iştiyak, herkes vicdânen hisseder. Acaba, dünyanın bütün mehâsin ve kemâlâtından binler derece yüksek olan Cennetin bütün mehâsin ve kemâlâtı bir cilve-i cemâli ve kemâli olan bir Zâtın rü'yeti, ne kadar mergub, merakâver ve şuhudu ne derece matlûb ve iştiyakâver olduğunu kıyas edebilirsen, et.
(Allah'ım! Bizi, dünyada Senin sevgin ve bizi Sana ve Senin emrettiğin gibi istikâmetli olmaya yaklaştıracak şeylerin sevgisiyle, âhirette ise rahmetin ve cemâlini bize göstermeğe rızıklandır.)
('Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.' Bakara Sûresi: 32.)
(Allah'ım, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Resûlüne, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle. âmin.)
Tenbih
Şu Sözün âhirinde uzun tafsilâtı uzun görme. Ehemmiyetine nisbeten kısadır; daha uzun ister.
Bütün Sözlerde konuşan ben değilim. Belki, işârât-ı Kur'âniye nâmına hakikattir. Hakikat ise hak söyler, doğru konuşur. Eğer yanlış bir şey gördünüz; muhakkak biliniz ki, haberim olmadan fikrim karışmış, karıştırmış, yanlış etmiş.
Haşiye: Hadîsin nassıyla, 'O şuhud, bütün lezâiz-i Cennetin o derece fevkındedir ki, onları unutturur ve şuhuddan sonra, ehl-i şuhudun hüsn-ü cemâli o derece fazlalaşır ki, döndükleri vakit, saraylarındaki âileleri çok dikkat ile, zor ile onları tanıyabilirler' hadîste vârid olmuştur.
Lügatçe:
ehl-i keşif ve tahkik: gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler-müşâhede: Görme, seyretme-Zât-ı Zülcelal: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah-rü'yet: Cenâb-ı Hakkın cemâlini görme-nass: açık ve kesin hüküm-iştiyak: çok kuvvetli arzu ve istek-şuhud: görme-mehâsin: Güzellikler-cilve-i cemâli ve kemâl: güzellik ve mükemmelliğin yansıması.