Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Benim gibi nefs-i emmareyi taşıyanlara; şu dünya çok gaddardır, mekkardır.
Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir.
Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Bediüzzaman
İktisat, bundan evvel bahsettiğimiz “istiğna”nın tefsir ve izahından başka birşey değildir. Zaten iktisat sarayına girebilmek için, evvelâ istiğna denilen kapıdan girmek lâzımdır. Bu sebeple iktisatla istiğna, lâzımla mülzem kabilindendir.
Üstad gibi, istiğna hususunda peygamberleri kendine örnek kabul eden bir mücahidin iktisatçılığı, kendiliğinden husule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alır ve artık ona günde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfi gelebilir. Zira bu büyük insan, büyük ve munsif Fransız şairi Lâ Martin’in dediği gibi: “Yemek için yaşamıyor, belki yaşamak için yiyor.”
Üstadın meşrep ve mesleğini tamamen anladıktan sonra, artık onun yüksek iktisatçılığını böyle yemek içmek gibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum. Zira, bu büyük insanın yüksek iktisatçılığını mânevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzım gelir.
Meselâ, Üstad, bu yüksek iktisatçılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilâkis fikir, zihin, istidat, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi mânevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesiyle ölçen bir dâhidir. Ve bütün ömrü boyunca bir karakter halinde takip ettiği bu titiz muhasebe ve murakebe usulünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay birşey değildir. Zira, onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu “Dikkat! ” kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.
İşte Bediüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve harikalar harikası bir pedagog (mürebbî) olduğunu, yetiştirdiği ter temiz nesille fiilen ispat etmiş ve iktisat tarihine nurdan pırıltılarla yazılan bir atlas sahife daha ilâve eden bir nâdire-i fıtrattır.
Allah için sevmenin neticesi, sevdiği ile ebedi sohbettir
Beşinci İşaret: Dünyada, 'Elhubbu fillâh' (Allah için sevmek) hükmünce, sâlih ahbablara muhabbetin neticesi, Cennette, ile tâbir edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup hoş, şirin, güzel, tatlı bir sûrette dünya mâceralarını ve kadîm olan hâtırâtlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri sûretinde, firâksız, sâfî bir muhabbet ve sohbet sûretinde, ahbablarıyla görüştüreceği, Kur'ân'ın nassıyla sabittir.
Altıncı İşaret: Enbiyâ ve evliyâya Kur'ân'ın tarif ettiği tarzda muhabbetin neticesi: O enbiyâ ve evliyânın şefaatlerinden berzahta, haşirde istifade etmekle beraber, gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyüzâttan o muhabbet vâsıtasıyla istifâza etmektir. Evet, ('Kişi sevdiği ile beraberdir' Hadis-i şerif meali) sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âlî-makam bir zâtın tebâiyetiyle girebilir.
Yedinci İşaret: Güzel şeylere ve bahara meşrû muhabbetin, yani, 'Ne kadar güzel yapılmış' nazarı ile o âsârın arkasındaki ef'âlin güzelliğini ve intizamını ve intizam-ı ef'âl arkasındaki güzel esmânın cilvelerini ve o güzel esmânın arkasında sıfatın tecelliyâtını ve hâkezâ, sevmekliğin neticesi ise, dâr-ı bekâda o güzel gördüğün masnuâttan bin defa daha güzel bir tarzda, esmânın cilvesini ve esmâ içindeki cemâl ve sıfatını Cennette görmektir. Hattâ İmâm-ı Rabbânî Radıyallâhü Anh demiş ki: 'Letâif-i Cennet, cilve-i esmânın temessülâtıdır.' Teemmel!
Lügatçe;
firâksız: ayrılık olmadan-füyüzât: Feyizler, mânevî bolluk ve bereketler, yardımlar, inayetler-istifâza: Feyiz alma; ilim, irfan ve mânevî zenginlik kazanma-tebâiyet: Uyma, tâbî olma, bağlanma-âsâr: Eserler-ef'âl: Fiiller, hareketler-intizam-ı ef'âl: Fiil ve hareketlerdeki düzenlilik, sistemli oluş-dâr-ı bekâ: Bâkî ve sonsuz alem. âhiret-temessülât: Aksedip, görünme-Teemmel: İyice, etraflıca düşün, dikkat et!
Mehdi meselesini doğru anlamak için doğru bir bakış açısı ile bakmak gerekir. Doğru bakış açısı ise herhangi bir beklenti içinde olmadan Kur’an, Hadis ve Risale-i Nuru bir bütün olarak bakmak gerekir. Risale-i Nur ölçülerine göre hadisleri yorumladığınız zaman mesele netleşir.
Birincisi: Mehdinin görevi “Hakaik-ı İmaniyeyi kemâl-i vuzuh ile izah etmektir.” İman-ı Tahkikiyi akıllara ve kalplere yerleştirmek için Kur’anın iman hakikatleri ile ilgili tüm şüpheleri gidermek Mehdinin hidayet rehberi olmasını ifade eder. Bu görevi yapmayan ahir zamanın büyük mehdisi olmaz.
Çünkü yaratılışın amacı Allah’a imandır. Allah’a iman Allah’ın birliğine imandır. Bu ise Tevhide imandır. Allah’a herkes inanır; ama peygamberlerin amacı tevhidi ders vermektir. Peygamberlerin gönderiliş amacının birincisi budur. Mehdinin de görevi Tevhidi izah ve ispat etmektir. Şayet ahir zamanda gelecek olan veya gelmiş olan Mehdi Tevhidi her yönü ile izah ve isbat etmemiş ise Mehdi değildir. Çünkü Mehdi Tevhidi isbat ederek Teslisi iptal edeceği için Hz. İsa (as) ona uyacaktır. Kur’anın tevhit hakikatini akıllara ve kalplere isbat edip yerleştiren Risale-i Nur’dan daha güzel başka eserler şu andan yoktur.
Mehdilik bir iddia değildir. Bir davanın adıdır. Dava Tevhit davasıdır. Yüce Allah Tevhit davasını ispat ve izah ederek imana ve Kur’ana hizmet eden ve bu uğurda her nevi fedakârlığa katlanan ve inkâr-ı ulûhiyet ve maddecilik fikri ile çıkarak bütün dinlere karşı savaşan Deccal ve komitesine karşı cihat eden âlime mükâfat olarak Mehdilik makamını verecektir. Bu mücadeleyi Bediüzzaman yapmışsa o zaman Mehdidir. Yoksa mehdilik iddiası ile Mehdi olunmaz. O makam şehitlik gibi, bir hizmet ve mücadele sonunda Allah’ın layık olana vereceği manevi ve uhrevi makamdır. Kimsenin kimseye verdiği veya vereceği bir şeref unvanı değildir.
Şayet öyle olsa bu isim ve resimden ibaret olur.
İkincisi: Mehdinin davası iman davasıdır. İman davası zaten tüm peygamberlerin davasıdır. İman davası da yine tevhit davasıdır. Tevhidi en kâmil anlamda ders veren Kur’anı- Kerimdir. Kur’an-ı Kerimin tenzili ile peygamberimizin (sav) görevi bitti. Sonra sahabeler, müçtehitler ve mücedditler Kur’anın anlaşılması için mücadele ettiler. Hz. Mehdi de ilim ve akıl ile Tevhidin anlaşılması için mücadele edecektir. Tevhit teslisi iptal ettiği için akıl ve ilmin hükmettiği istikbalde tevhit davası hâkim olacak bu durumda teslisi savunan Hıristiyanlar da Kur’ana teslim olacaktır. Bunu ahir zamanda Mehdinin Tevhidi anlatan eserleri sebep olacağı için ona Mehdi denecektir. Bu olmuş ise Bediüzzaman Mehdidir. Yoksa değildir.
Üçüncüsü: İman davası imanın şartları ile sınırlı değildir. İmanın şartlarının kapsadığı her şey iman davasına girer. İmanın şartları altıdır. Bunu Kur’an-ı Kerimin üç dört ayeti anlatır; ama Kur’anın imanın şartları ile doğrudan ilgisi olmayan “Ebu Leheb’in eli kurusun” ayetine itiraz edenin imanı yoktur. Çünkü iman, bütün iman hakikatleri ile bir bütündür. Asla bölünme kabul etmez. Aynı şekilde “Namaz kılın ve zekât verin” “Allah alışverişi helal faizi haram kıldı” “Boşanmış kadın dört kur’u bekler” ayetlerine itiraz da kişiyi tüm imandan mahrum kılar. Bu amelle ilgili bir husustur; iman ile ilgili değildir denemez. Dolayısıyla Mehdinin iman davası tüm İslami hakikatleri içine alır. Bu da İslam’ın “İman, İbadet, Siyaset, Cihat ve Hizmet Prensipleri”nin tümünü kapsar. Birini kabul diğerini ret iman davasını rencide eder ve kişiyi davanın dışına çıkarır.
Risale-i Nurlar tüm iman hakikatlerini kapsıyor ve bir bütün olarak ele alıp hepsini izah ve ispat ediyor ve tüm itirazları çürütüyor ise Bediüzzaman Mehdi’dir. Bunu başkası yapıyor ise o mehdidir. O zaman Mehdinin eserlerinin tümü iman hakikatlerinin izahı olunca birini kabul edip diğerini kabul etmemek olmaz. Birinin diğerine üstünlüğü de söz konusu olmaz. Hepsi iman hakikatleridir.
Bundan dolayı Mehdinin görevi olan “İMAN-HAYAT-ŞERİAT” hepsi bir bütündür. Birbirinden ayrılmaz. Birincisini Mehdi yapacak gerisini başkası yapacak gibi bir anlayış yanlıştır. Nasıl ki, peygamberimiz (sav) 23 sene Kur’anın tenzili için mücadele etti. Kıyamete kadar geçecek tüm zamanlar Hz. Muhammed (sav) dönemi ve hâkimiyetidir. Sonra Kur’anın anlaşılması, Kur’anın mesajını tüm dünyaya ulaştırma mücadelesini sahabeleri ve ümmetinin âlimleri yapmıştır. Kur’anın hayata hâkim olması ve Şeriatın yaşanması ümmetin tümünün sorumlu olduğu bir husustur. Mehdi de Hz. Muhammed’in (sav) davasını ve hâkimiyetine hizmet edecektir. Aynı şekilde Mehdinin vazifesi olan imanı hayata hâkim kılma ve şeriatı yaşama ve yaşatma mücadelesi elbette onun takipçilerinin vazifesidir. Ama bu genel anlamda Mehdinin hâkimiyeti ve vazifesi olmuş olur.
Dördüncüsü: Mehdi hidayet rehberidir. Bir tarikat lideri olmadığı için insanları doğrudan Allah’a, Kur’ana ve Peygambere bağlar. Şahsına bağlı bir cemaat oluşturmaz. Çünkü o Allah’a imana, Kur’anın ve imanın hâkimiyeti ve Peygamberimizin (sav) hâkimiyeti için mücadele eder. Şayet şahsına bağlı bir cemaat oluşturuyor ise o Mehdi değildir. Mehdi “İman ve Kur’an Davasını” kabul eden ve müdafaa eden takipçilerinden “Şahs-ı Manevi” (Tüzel Kişilik) oluşturur. Davasını fani şahıslara değil, cemaatin şahs-ı manevisine devreder. Dolayısıyla şahıslar ile devam eden bir dava Mehdinin davası olamaz. Bediüzzaman bunu yapmış ise Mehdidir.
Sonuç:
Bediüzzaman Said Nursi son müceddit olarak İman Davasında yeni bir çığır açmış ve Hakaik-ı İmaniyeyi kemal-i vuzuh ile izah ve ispat etmiştir. Tevhidi ispat etmiştir. İnsanları şahsına değil, Kur’ana bağlamıştır. Müntesiplerine Kur’an Talebesi denmiştir. Kendisinden sonra bir Şahs-ı Manevi oluşturmuştur. Davası cihanşümuldur. Dinsizlik ile mücadele etmiştir. Elbette hadis-i şeriflerde gelmesi müjdelenen ahir zamanın büyük Mehdisidir. Bu konudaki tüm hadisler de Bediüzzaman’ın üzerinde odaklanmakta tezahür etmektedir. Bu husus da ehlince bilinir.