Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Çocuklara der: 'Cennet var, haylazlığı bırak.' Kur'ân dersiyle temkin verir.
Gençlere der: 'Cehennem var, sarhoşluğu bırak. Aklı başlarına getirir.
Zâlime der: 'Şiddetli azap var, tokat yiyeceksin.' Adalete başını eğdirir.
İhtiyarlara der: 'Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onları kazanmaya çalış.' Ağlamasını gülmeye çevirir.
Bediüzzaman
Nimetin gerçek fiyatı şükürdür
Endişeli sual: Bu ahirzaman fitnesinde açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, biçare aç ehl-i imanı, derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup ya ikinci, üçüncü derecede bırakmaya çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor. Acaba, herşeyde hatta kahr azâbında ehl-i İmân ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlahî cihetinde adalet olduğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i iman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı İmân ve ahiret hesabına ne cihetle istifade edip nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?
Elcevap: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi, küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i ilâhiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakim, nimetinin, hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalade derecesini göstermekle, hakikî şükre sevk etmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.
Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi, bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimat yapmaya çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip, zekâtla yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevk edip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irşadıyla, bu hadiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle taate ve hayrata girip, o hadiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp lehlerinde istimal etmektir.
Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl fark edilmeyecek bir tarzda gelmiş ve şüpheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye bu mecburî belaya bir riyazet-i şer'iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlahiyeye karşı şekvayla değil, rızayla karşılamaktır.
Umum kardeşlerime, hususan musibetzedelere çok selam ve selametlerine dua ediyorum.
Lügatçe;
derd-i maişet: Geçim sıkıntısı- hissiyat-ı diniye: Dine ait duygular-kahr: Allah`ın şiddetli ve azap verici vasıflarının tecellisi, lütfun zıddı-vech-i rahmet: Rahmet yönü-riyazet-i diniye: Az gıda almak suretiyle nefsini terbiyeye çalışmak-vesile-i iltica: Sığınma vesilesi-nedamet: Pişmanlık-hevesat-ı rezile: Boş ve bâtıl ve günahlı şeylere âit olan istekler ve hevesler-tuğyan: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık-fuhşiyat: Çok çirkin işler, günahlar; gayr-ı meşrû cinsî münâsebetler-taat: İtaat etme, söz dinleme, ibâdet-erzak-ı umumiye: Bütün canlılar için gönderilen rızıklar-miktar-ı zaruret: Yaşamak için gerekli olan-riyazet-i şer'iye: Az gıda almak suretiyle nefsini terbiyeye çalışmak.
Kable'l-bülûğ evlâdı vefât edenlere müjde!
Dördüncü İşaret: Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşrûanın neticesi, nass-ı Kur'ân ile, Cenâb-ı Erhamü'r-Râhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa, yine o mes'ud âileye sâfî olarak lezzet-i sohbeti Cennete lâyık bir hüsn-ü muâşeret sûretinde dâr-ı bekâda ebedî mülâkât ile ihsan eder.
Ve on beş yaşına girmeden, yani, hadd-i bülûğa vâsıl olmadan vefât eden çocuklar, (Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar. Vâkıa Sûresi: 17.) ile tâbir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennete lâyık bir tarzda, gayet süslü, sevimli bir sûrette onları Cennette dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarına verir, veledperverlik hislerini memnun eder, ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zîrâ çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden, ebedî sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en âlâsı Cennette bulunur. Yalnız çok şirin olan veledperverlik, yani, çocuklarını sevip okşamak zevki, Cennet tenâsül yeri olmadığından, Cennette yoktur zannedilirdi. İşte bu sûrette, o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte, kable'l-bülûğ evlâdı vefât edenlere müjde!
Lügatçe;
muhabbet-i meşrûa: Dîne uygun sevgi-veledperverlik: Çocuğu çok sevmek-sinn-i teklif: İnsanın dînî emirleri yapmakla sorumlu olduğu çağ; bülûğ çağı-tenâsül: Türemek, nesil yetiştirmek, üremek-kable'l-bülûğ: Ergenlik öncesi, bülûğdan önce.