MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 26.02.2013 22:23
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Madem nefsim emmaredir.
Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.
Öyle ise nefsimden başlarım.
Bediüzzaman

ESASLARDA İTTİFAK ZARURİDİR

Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir.
Elhasıl: (“Allah için sevmek.”“Allah için buğzetmek.” “Hüküm Allah’a aittir.”) olan desâtir-i âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır.
Evet,demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet etmek isterken zulmeder.
(Mektubat sh: 268)
S - Âlem-i İslâmdaki ihtilâfı tâdil edecek çare nedir?
C - Evvelâ: Müttefekun aleyh olan makasıd-ı âliyeye nazar etmektir. Çünkü, Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir... Zaruriyat-ı diniyede umumumuz müttefik... Zaruriyat-ı diniyeden başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillâh düstur tutulsa, aşk-ı hakikat harekâtımızda hâkim olsa—ki zaman dahi pek çok yardım ediyor- o ihtilâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.
(Sünuhat Tuluât İşârât sh: 83)
Lügatçe;
tesadüm-ü efkâr: fikirlerin çarpışması-vesâil: araçlar,sebepler-ihtilâf: anlaşmazlık-izhar: açığa çıkarma, gösterme-tarafgirâne: taraf tutarak-garazkârâne: kötü, art niyetle-nefs-i emmâre: insanı kötülüğe sevkeden duygu-hodfuruşluk: kendini beğenme-şöhretperverâne: şöhret sahibi olmayı severek-bârika-i hakikat: gerçeklerin parıltısı-efkâr: fikirler-nokta-i telâkî: buluşma noktası-müfritâne: çok aşırıya kaçarak-kabil-i iltiyam: bir araya gelebilir-inşikak: parçalanma-desâtir-i âliye: yüce prensipler-düstur-u harekât: hareket kuralları-nifak: münafıklık, ikiyüzlülük-şikak: ayrılık-tâdil: düzeltme-Müttefekun aleyh: üzerinde görüş birliği olan-makasıd-ı âliye: yüce maksatlar-Zaruriyat-ı diniye: inanılması ve uyulması zorunlu olan dinî hükümler; dinen inanılması zorunlu olan imanî meseleler ve uyulması zorunlu olan emir ve yasaklar-tarz-ı telâkki: anlayış tarzı-tarik-i tefehhüm: kavrama yöntemi-tefavüt: farklılık-râcih: üstün-El-hubbu fillâh: Allah için sevme.
Huriler; senin cennetinin küçültülmüş ve ruh verilmiş halidir
İkinci İşaret: Dünyada meşrû bir sûrette nefsine muhabbet, yani, mehâsinine binâ edilen muhabbet değil, belki noksaniyetlerini görüp tekmil etmeye binâ edilen şefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevk etmek neticesi, o nefse lâyık mahbubları Cennette veriyor. Nefis, mâdem dünyada hevâ ve hevesini Cenâb-ı Hak yolunda hüsn-ü istimâl etmiş, cihazâtını, duygularını hüsn-ü sûretle istihdam etmiş; Kerîm-i Mutlak, ona dünyadaki meşrû ve ubûdiyetkârâne muhabbetin neticesi olarak, Cennette, Cennetin yetmiş ayrı ayrı enva-ı zînet ve letâfetinin numûneleri olan yetmiş muhtelif hulleyi giydirip, nefisteki bütün hasseleri memnun edecek, okşayacak yetmiş envâ-ı hüsün ile vücudunu süslendirip, herbiri ruhlu küçük birer Cennet hükmünde olan hûrileri o dâr-ı bekâda vereceği, pekçok âyât ile tasrih ve isbat edilmiştir.
Hem, dünyada gençliğe muhabbet, yani, ibâdette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dâr-ı saadette ebedî bir gençliktir.
Lügatçe;
mehâsin: Güzellikler, iyilikler-tekmil: Tamamlamak, kemâle erdirmek, mükemmelleştirmek-mahbub: sevilen, muhabbet edilen-hüsn-ü istimâl: Güzel ve iyi kullanış-hüsn-ü sûret: güzel ve faydalı bir şekilde-istihdam: çalıştırma, kullanma, hizmet ettirme-meşrû: Helâl, İslâma uygun, haram ve yanlış olmayan-ubûdiyetkârâne: Kulluğa yakışır tarzda-enva-ı zînet: Süs çeşitleri-letâfet: Güzellik, hoşluk, nezâket, hafiflik, yumuşaklık, tatlılık-hulle: elbise-envâ-ı hüsün: Güzellik çeşitleri.
Hikmet nedir?
HİKMET: “İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.” “Eşyanın hakikatından bahseden ilim.”, “Eşyada gizli İlâhî sırlar ve gayeler.”, “Amelle beraber ilim.”, “Faydalı ilim ve salih amel”, “İnsandaki akıl kuvvesinin istikamet üzere ve aşırılıklardan uzak olma mertebesi.”
“Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pekçok hayır verilmiştir.Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara Sûresi, 269)
Hikmet için değişik tarifler getirilmiş, farklı mânâlar verilmiş. Bunlar içerisinde en yaygını “sır, gaye, fayda” mânâsı.
“Bu işin hikmeti nedir? ” denildiği zaman,”bundan maksat ne, bilemediğimiz ne gibi gizli sırlar taşıyor? ” mânâsı akla gelir. O halde, bir iş yapılacak ve ondan bir fayda hâsıl olacaktır ki hikmet tahakkuk etsin.
Bu düşünce bizi hikmetin, “amelle beraber ilim” tarifine götürür. İslâm âlimleri, yalnız başına ilmi, hikmet kabul etmezler. İlimle amel edilmesini, bu ilmin fiiliyat sahasına konulmasını ve faydalı neticeler vermesini şart koşarlar.