Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler.
Çünkü iman, mâl-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır.
Tarafgirlik giremez.
Yalnız küfre, zındıkaya, dalâlete karşı cephe alır.
Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.
Risale-i Nur'dan
Risale-i Nur mesleğinin bazı esasları
Ey kardeşlerim,
Mesleğimiz, tecavüz değil tedafüdür. Hem tahrip değil, tamirdir. Hem hâkim değiliz, mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde, elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatler var. O hakikatlerin intişarına bize ihtiyaçları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âlî hakikatler kaybolmasına vesile olur.
Meselâ, hadisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin bir nev'ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risâletü'n-Nur, gerçi umuma teşmil sûretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zarûretle, hadisâtın fetvalarıyla onlar terk edilmez.
Lügatçe;
tedafü: Müdafaa etme. Koruma-intişar: Yayılmak-hadisat-ı zamaniye: Zamanla meydana gelmiş hâdiseler-Vehhâbîlik: İslâmî bazı meselelerde ifrat eden, zaman zaman Ehl-i Sünnet hareketinin dışına çıkan Arap milliyetçileridir. Muhammed İbn-i Abdülvehhab isminde birisinin sebep olduğu bir akımdır. Fıkıhta Hanbeli, itikadda İbn-i Teymiyeye bağlıdırlar. Tarikatlarına Muhammediye adı verilir-Melâmîlik: Alçakgönüllülüğe dayanan, şimdi bozulmuş bir tarikat-ihzar: Hazırlamak-teşmil: genelleştirme-esas-ı velâyet: Velayet esaslı-esas-ı takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak, dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak esasına dayanan-esas-ı azimet: Cenab-ı Hakkın emirlerini ve dini vazifelerini, hiçbir özür ileri sürmeden usûl ve kaidelere uygun, tam ve mükemmel olarak yapma esaslı-esâsât-ı Sünnet-i Seniye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sünnetinin esasları-Sevk-i zarûret: Zorunluluk yönlendirmesi.
Burada 'Elhamdülillâh' dersin, orada 'Elhamdülillâh' yersin
Meselâ, kuvve-i şâmme kokular tâifesindeki letâif-i rahmeti hisseder. Kendine mahsus bir vazife-i şükrâniyesi, bir lezzeti vardır. Elbette, mükâfatı dahi vardır. Meselâ, dildeki kuvve-i zâika bütün mat'umâtın ezvâkını anlamakla, gayet mütenevvi' bir şükr-ü mânevî ile vazife görür.
Ve hâkezâ, bütün cihazât-ı insaniyenin ve kalb ve akıl ve ruh gibi büyük ve mühim letâifin böyle ayrı ayrı vazifeleri, lezzetleri ve elemleri vardır.
İşte, Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, bu insanda istihdam ettiği bu cihazâtın, elbette herbirerlerine lâyık ücretlerini verecektir. O müteaddit enva-ı muhabbetin sâbıkan beyân edilen dünyadaki muaccel neticelerini herkes vicdan ile hisseder. Ve bir hads-i sâdık ile isbat edilir. Âhiretteki neticeleri ise, katiyen vücudları ve tahakkukları, icmâlen Onuncu Sözün on iki hakikat-i kâtıâ-i sâtıasıyla ve Yirmi Dokuzuncu Sözün altı esâs-ı bâhiresiyle isbat edildiği gibi, tafsîlen
('En doğru söz ve en beliğ nizam, hakîki mülk sahibi ve sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın kelâmıdır.' Hadîslerden derlenmiştir.)
olan Kur'ân-ı Hakîmin âyât-ı beyyinâtıyla tasrih ve telvih ve remz ve işârâtıyla katiyen sabittir. Daha uzun bürhanları getirmeye lüzum yok. Zâten başka Sözlerde ve Cennete dâir Yirmi Sekizinci Sözün Arabî olan İkinci Makamında ve Yirmi Dokuzuncu Sözde çok bürhanlar geçmiştir.
Birinci İşaret: Leziz taamlara, hoş meyvelere şâkirâne muhabbet-i meşrûanın uhrevî neticesi, Kur'ân'ın nassıyla, Cennete lâyık bir tarzda leziz taamları, güzel meyveleridir ve o taamlara ve o meyvelere müştehiyâne bir muhabbettir. Hattâ dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin Elhamdülillâh kelimesi, Cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip, sana takdim edilir. Burada meyve yersin, orada elhamdülillâh yersin! Ve nimette ve taam içinde in'âm-ı İlâhîyi ve iltifat-ı Rahmânîyi gördüğünden, o lezzetli şükr-ü mânevî, Cennette gayet leziz bir taam sûretinde sana verileceği, hadîsin nassıyla, Kur'ân'ın işârâtıyla ve hikmet ve rahmetin iktizâsıyla sabittir.
Lügatçe;
kuvve-i şâmme: Koku alma duygusu-kuvve-i zâika: tat alma duygusu-mat'umât: Yemekler, taamlar-mütenevvi': çeşitli-letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-muaccel: Peşin, hemen verilen-hads-i sâdık: Kalbde süratle meydana gelen doğru kanaat-hakikat-i kâtıâ-i sâtıa: Parlak ve kesin hakîkat-âyât-ı beyyinât: Ap açık âyetler-şâkirâne: Şükrederek-muhabbet-i meşrûa: Dîne uygun sevgi-müştehiyâne: İştâhlı bir şekilde-tecessüm: Cisimleşme, maddeleşme-in'âm-ı İlâhî: Allah`ın nîmetlendirmesi-iltifat-ı Rahmânî: Her varlığın rızkını veren Allah`ın iltifatı, lûtufları.