Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bizler uzun bir seferdeyiz.
Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz.
Bediüzzaman
Aile, insanın dünyadaki cennetidir
Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce', bir tahassüngâh ise, âile hayatıdır. Ve herkesin hânesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hâne ve âile hayatının hayatı ve saadeti ise, samimi ve ciddî ve vefâdarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedâkârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakiki hürmet ve samimi merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve dâimî bir refâkat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne, kardeşâne, arkadaşâne münâsebetlerin bulunmak fikriyle, akîdesiyle olabilir.
Meselâ, der: 'Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta dâimî bir refîka-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de, zararı yok. Çünkü, ebedî bir güzelliği var; gelecek. Ve böyle dâimî arkadaşlığın hatırı için, her bir fedâkârlığı ve merhameti yaparım' diyerek, o ihtiyâre karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık, bir iki saat sûrî bir refâkatten sonra ebedî bir firâk ve müfârakata uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecâzî merhamet ve sun'î bir hürmet verebilir. Ve hayvanâtta olduğu gibi, başka menfaatler ve sâir gâlip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip, o dünya cennetini cehenneme çevirir.
Lügatçe;
melce': Sığınak-tahassüngâh: kale, korunak-vefâdarâne: Vefâ göstererek. Sözünde ve dostluğunda devamlı olarak-sermedî: Ebedî, sürekli-ferzendâne: Evlada yakışır bir şekilde-sûrî: Görünüşte; hakîki, ciddî ve samîmi olmayan-refâkat: Arkadaşlık, beraberlik-firâk: Ayrılık-müfârakat: Ayrılmalar, ayrılıklar.
Allah duygularımızı, kendisini bize bildirmek ve sevdirmek için vermiştir
Mukaddime
Cenâb-ı Hak celîl ulûhiyetiyle, cemîl rahmetiyle, kebîr rubûbiyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, latîf hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havâss ve hissiyât ile, bu derece cevârih ve cihazât ile ve muhtelif âzâ ve âlât ile ve mütenevvi' letâif ve mâneviyât ile techiz ve tezyin etmiştir ki, tâ mütenevvi' ve pekçok âlât ile, hadsiz enva-ı nimetini, aksâm-ı ihsanâtını, tabakât-ı rahmetini o insana ihsâs etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ bin bir esmâsının hadsiz enva-ı tecelliyâtlarını, insana o âlât ile bildirsin, tattırsın, sevdirsin. Ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihazâtın herbirisinin ayrı ayrı hizmeti, ubûdiyeti olduğu gibi, ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfatı vardır.
Meselâ, göz sûretlerdeki güzellikleri ve âlem-i mubsırâtta güzel mu'cizât-ı kudretin envaını temâşâ eder. Vazifesi, nazar-ı ibretle Sâniine şükrandır. Nazara mahsus lezzet ve elem mâlûmdur, tarife hâcet yok.
Meselâ, kulak sadâların envalarını, latîf nağmelerini ve mesmûât âleminde Cenâb-ı Hakkın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfatı var.
Lügatçe;
celîl ulûhiyet: Herşeye boyun eğdiren ilahlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi-cemîl rahmet: İlâhî güzelliğin rahmet ve ikram ediciliği, merhamet ciheti-kebîr rubûbiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-İkrâm ve ihsânı, merhameti bol olan Allah-azîm kudret: Cenâb-ı Hakkın bütün kâinata hükmeden ezelî ve ebedî büyük kudsî sıfatı-latîf hikmet: Cenab-ı Hakkın sonsuz ilmiyle herşeyde gayeleri ve faydaları gözeterek yaratması-havâss: Duygular, hisler-cevârih: El, ayak gibi vücut organları-cihazât: İnsandaki maddî ve mânevî organlar-mütenevvi: Çeşit çeşit; çeşitli-letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler-âlem-i mubsırât: Görünen varlıklar âlemi-Sâni: Herşeyi sanatla yaratan Allah-sadâ: Sesler-mesmûât: Duyulan, işitilen, sesler alemi.
İmam-ı Gazali Hazretleri ben ilerde tevbe ederim diyen adamın halini şu adamın haline benzetir.
Eline aldığı baltasıyla kuvvetli bir ağacı yıkmaya gider. Fakat uğraşır ve bir türlü yıkamaz ve bir sene sonra ağacın daha çok dal budak ve kök salmak suretiyle kuvvetleşeceğini ve kendisinin de ihtiyarlamakla zayıflayacağını bildiği halde “Ağaç böyle dursun da gelecek yıl onu yıkarım” der.
Evet, ben yarın tevbe ederim diyen insana soruyoruz;
1- Bir defa yarına çıkacağını nerden biliyorsun. Çünkü bugün, yarına çıkacağını zanneden 300 bin kişi ölüm ile bu dünyadan ayrıldı.
2- Yarına çıksan bile bugün yapamadığın ve terk edemediğin şeyleri yarın nasıl terk edeceksin. Eğer yarının bugünden farklı olduğunu zannediyorsan yanılıyorsun. Zira zamanın cüzleri birbirinin aynıdır. Dün ne ise, bugün ne ise yarın da aynıdır.
3- Hem bugün günaha dalman şehvetin iktizasıdır. Şehvet ise insanda ölünceye kadar ayrılmaz ve belki daha da kuvvetlenir. Sen tevbe etmedikçe onu daha da kuvvetlendiriyorsun. Bugün sen kuvvetli o zayıfken ona mukavemet edemezken yarın sen iyice zayıflayıp o kuvvetlendiği zaman nasıl karşı koyacaksın.
4- Hem şunu da unutma ki bu şeytanın bir hilesidir. Ben yarın tevbe ederim diyenlerin çoğu helak olmuştur.