Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Herbir bahar, birtek çiçek gibi, gayet muntazam ve mevzun olarak;
zeminin yüzüne bir Cemil ve Celil'in eliyle takılıp koparılıyor, konup kaldırılıyor
Bediüzzaman
Diyorsun: 'Benim taamlara, nefsime, refîkama, vâlideynime, evlâdıma, ahbabıma, evliyâya, enbiyâya, güzel şeylere, bahara, dünyaya müteallik ayrı ayrı muhtelif muhabbetlerimin, Kur'ân'ın emrettiği tarzda olsa, neticeleri, faydaları nedir? '
Hayat arkadaşına sevgini iç güzelliğine bina et
Refîka-i hayatına muhabbetin mâdem hüsn-ü sîret ve mâden-i şefkat ve hediye-i rahmet olduğuna binâ edilmiş, o refîkaya samimi muhabbet ve merhamet edersen, o da sana ciddi hürmet ve muhabbet eder. İkiniz ihtiyar oldukça, o hal ziyâdeleşir, mesûdâne hayatını geçirirsin. Yoksa, hüsn-ü sûrete muhabbet, nefsânî olsa, o muhabbet çabuk bozulur, hüsn-ü muâşereti de bozar.
Peder ve vâlideye karşı muhabbetin Cenâb-ı Hak hesâbına olduğu için, hem bir ibâdet, hem de onlar ihtiyarlandıkça hürmet ve muhabbeti ziyâdeleştirirsin. En âlî bir his ile, en merdâne bir himmet ile onların tûl-i ömrünü ciddi arzu edip bekâlarına duâ etmek, tâ onların yüzünden daha ziyâde sevap kazanayım diye samimi hürmetle onların elini öpmek, ulvî bir lezzet-i ruhânî almaktır. Yoksa nefsânî, dünya itibâriyle olsa, onlar ihtiyar oldukları ve sana bâr olacak bir vaziyete girdikleri zaman, en süflî ve en alçak bir his ile, vücudlarını istiskâl etmek, sebeb-i hayatın olan o muhterem zâtların mevtlerini arzu etmek gibi vahşî, kederli, ruhânî bir elemdir.
Evlâdına muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın senin nezâretine ve terbiyene emânet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahlûklara muhabbet ise, saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musîbetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me'yusâne feryad edersin. Sâbıkan geçtiği gibi, onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, 'Onlar hakkında o mevt, bir saadettir' dersin. Senin hakkında da, onları sana veren Zâtın rahmetini düşünürsün, firâk eleminden kurtulursun.
Lügatçe;
Refîka-i hayat: hayat arkadaşı, eş-hüsn-ü sîret: hareket ve ahlâk güzelliği, iç güzellik-mâden-i şefkat: Şefkat kaynağı-hüsn-ü sûret: Görünüş, şekil güzelliği, dış güzellik-âlî: Yüce, yüksek-tûl-i ömr: Uzun ömür-bâr: Yük, zahmet, eziyet-me'yusâne: Ümitsizce, üzülerek-mevt: ölüm-firâk: Ayrılık.
Çiçeklerin tesbihatını işitebilmek...
Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümânıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; 'Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor' der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor.
Sözler
******
Evet, herbir nebat, herbir ağaç pekçok lisân ile Sâni'lerini öyle gösteriyorlar ki, ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara 'Sübhânallah! Ne kadar güzel şehâdet ediyor' dedirtirler.
Evet, herbir nebatın çiçek açması zamanında ve sümbül vermesi ânında tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir. Ve o mîzan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir. Ve o nakş-ı san'at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir. Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.
İşte, birtek çiçekten böyle bir şehâdet işitsen; acaba zemin yüzündeki Rabbânî bağlarda umum çiçekleri dinleyebilsen, ne derece yüksek bir kuvvetle Sâni-i Zülcelâlin vücûb-u vücudunu ve vahdetini ilân ettiklerini işitsen, hiç şüphen ve vesvesen ve gafletin kalabilir mi? Eğer kalsa, sana insan ve zîşuur denilebilir mi?
Sözler,
Lügatçe;
Kur'ân-ı azîm-i kâinat: Büyük bir Kur`ân gibi derin mânâlar ifâde eden kâinât-müfessir: Tefsir eden, izâh eden-beliğ: Belâgatlı söz; maksadı tam olarak, noksansız ve güzel bir üslûpla ifade eden söz-âyât-ı tekviniye: Oluşla, yaratılışla ilgili âyetler; kâinatta, varlıklarda görülen deliller-harf-i mânidar: Mânâlı harf-Sâni: Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah-nebat: Bitki-tekellüm: Konuşma-mevzun: Ölçülü, vezinli, düzgün-habbe: Dâne, tohum-mîzan: tartı, ölçü, denge-tavsif: Vasıflandırma, birşeyin içyüzü ve özelliklerini anlatma-cilve-i esmâ: Allah`ın isimlerinin tecellî etmesi, cilvesinin görünmesi-vücûb-u vücud: Varlığı gerekli olmak, olmaması imkânsız olmak, varlığı zarurî ve vacib olmak-vahdet: Birlik-zîşuur: Akıl, şuur sâhibi.