Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Eyvah! Aldandık.
Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik.
Bediüzzaman
Nefis sana değil, sen nefsine binmelisin
DÖRDÜNCÜ NÜKTE: Diyorsun: 'Benim taamlara, nefsime, refîkama, vâlideynime, evlâdıma, ahbabıma, evliyâya, enbiyâya, güzel şeylere, bahara, dünyaya müteallik ayrı ayrı muhtelif muhabbetlerimin, Kur'ân'ın emrettiği tarzda olsa, neticeleri, faydaları nedir? '
Elcevap: Bütün neticeleri beyân etmek için büyük bir kitap yazmak lâzım gelir. Şimdilik, yalnız icmâlen bir iki neticeye işaret edilecek. Evvelâ, dünyadaki muaccel neticeleri beyân edilecek; sonra, âhirette tezâhür eden neticeleri zikredilecek. Şöyle ki:
Sâbıkan beyân edildiği gibi, ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesâbına olan muhabbetlerin, dünyada belâları, elemleri, meşakkatleri çoktur; safâları, lezzetleri, rahatları azdır. Meselâ şefkat, acz yüzünden elemli bir musîbet olur; muhabbet, firâk yüzünden belâlı bir hırkat olur; lezzet, zevâl yüzünden zehirli bir şerbet olur. Âhirette ise, Cenâb-ı Hakkın hesâbına olmadıkları için, ya faydasızdır veya azabdır (eğer harama girmiş ise) .
Suâl: Enbiyâ ve evliyâya muhabbet, nasıl faydasız kalır?
Elcevap: Ehl-i Teslisin İsâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallâhü Anha muhabbetleri faydasız kaldığı gibi. Eğer o muhabbetler, Kur'ân'ın irşâd ettiği tarzda ve Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve muhabbet-i Rahmân nâmına olsalar, o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var.
Ammâ dünyada ise, leziz taamlara, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir nimet ve ayn-ı şükür bir lezzettir.
Nefsine muhabbet ise, ona acımak, terbiye etmek, zararlı hevesâttan men etmektir. O vakit, nefis sana binmez, seni hevâsına esir etmez; belki sen nefsine binersin, onu hevâya değil, hüdâya sevk edersin.
Lügatçe;
taam: Yemek, yiyecek-refîka: Eş, arkadaş-vâlideyn: Anne-baba-müteallik: Alâkalı, bağlı, ilgili-icmâlen: Özet halinde-muaccel: Peşin, hemen verilen-ehl-i gaflet: Gaflete dalanlar, Allah`a ve emirlerinde aldırış etmeyenler-ehl-i dünya: Dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler-firâk: Ayrılık-hırkat: yanma-zevâl: sona erme, gitme-Ehl-i Teslis: Allah`ı, baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlar-Râfızî: Şiî gruplarından olup Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer`i kabul etmeyen, hak mezhepten ayrılmış, namazsız, îtikadı bozuk kimse-hevâ: Gelip geçici istek, heves, nefsin arzusu-hüdâ: Doğru yol, istikamet.
llah'ı seven, Allah'ın sevdiği her şeyi sever
Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi yukarıdan aşağıya nâzil olur; diğeri aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki:
Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği her şeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.
İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazan da kavî bir esbaba rastgelir. Onun muhabbetini mânâ-yı ismiyle tamamen cezb eder, helâkete sebep olur. Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vüsulü nâkıs olur.
Mesnevî-i Nuriye,
Lügatçe;
mâsivâ: Yaratılmış herşey, Cenâb-ı Hakk'dan başka herşey-tenkis: Azaltma-tezyid: Çoğaltma-esbab: Sebepler-mânâ-yı ism: Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlâhiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakk'a sevgi ve şükrümüzü arttırıyor ve O'nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor isek; bu mânâya da mânâ-yı harfî deniyor-nâkıs: Noksan.