MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 17.02.2013 17:32
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Sizdeki gençlik katiyen gidecek.
Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette
kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek.
Eğer terbiye-i islamiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz;
o gençlik manen baki kalacak ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebep olacak.
Bediüzzaman
Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-i harfiyle sev, mânâ-i ismiyle sevme
Hem hayatı, Cenâb-ı Hakkın insana ve sana verdiği en kıymettar ve hayat-ı bâkiyeyi kazandıracak bir sermâye ve bir defîne ve bâkî kemâlâtın cihazâtını câmi' bir hazîne cihetiyle, onu sevmek, muhâfaza etmek, Cenâb-ı Hakkın hizmetinde istihdam etmek, yine o muhabbet bir cihette Ma'buda âittir.
Hem gençliğin letâfetini, güzelliğini, Cenâb-ı Hakkın latîf, şirin, güzel bir nimeti nokta-i nazarından istihsan etmek, sevmek, hüsn-ü istimâl etmek, şâkirâne bir nevi muhabbet-i meşrûadır.
Hem baharı, Cenâb-ı Hakkın nurânî esmâlarının en latîf güzel nakışlarının sayfası ve Sâni-i Hakîmin antika san'atının en müzeyyen ve şâşaalı bir meşher-i san'atı olduğu cihetiyle, mütefekkirâne sevmek, Cenâb-ı Hakkın esmâsını sevmektir.
Hem dünyayı, âhiretin mezraası ve esmâ-i İlâhiyenin aynası ve Cenâb-ı Hakkın mektubâtı ve muvakkat bir misafirhânesi cihetinde sevmek, nefs-i emmâre karışmamak şartıyla, Cenâb-ı Hakka âit olur.
Elhâsıl, dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-i harfiyle sev, mânâ-i ismiyle sevme; 'Ne kadar güzel yapılmış' de, 'Ne kadar güzeldir' deme. Ve kalbin bâtınına başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur. (Allah'ım, bize sevgini ve bizi Sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip eyle.) de.
Lügatçe;
câmi': Kapsayıcı; toplayan ve ihtivâ eden-hüsn-ü istimâl: Güzel ve iyi kullanış-şâkirâne: Şükrederek-muhabbet-i meşrûa: Dîne uygun sevgi-meşher-i san'at: Sanat galerisi, sergisi; Allah`ın sanatını sergilediği galeri-mezraa: Fidanlık, tarla-mânâ-i harfi: Birşeyin Yaratıcısına bakan, onu târif eden ve tanıtan mânâsı-mânâ-i ismi: Birşeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlâhiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakk'a sevgi ve şükrümüzü arttırıyor ve O'nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor, Cenanab-ı Hakkı o ağaç aynasında isim ve sıfatları ile tanıyor isek; bu mânâya da mânâ-yı harfî deniyor) -bâtın: İç, dahil.
Kâinat musikîsi
Japon piyanist Mine Kavakami, konserleriyle ilgili olarak, 'müziği bir ilaç gibi kullandığını' belirtti. 'İnsanların rahatsız edilmeyeceği, rahatlayabileceği bir ortam bulmak gerek' diyen Kavakami, dinleyicilerine 'yıldızlı bir gökyüzünün altında, sadece rüzgârın hafif esintisini dinletmeye' çalıştığını söyledi. Kavakami'nin bu tarzı, dinleyicilerinin beyninde mutluluk ve rahatlama hissi uyandıran endorfin hormonunun salgılanmasını sağlıyor. (AA)

Evet fıtratın sesi, her zaman rahatlatıcıdır. 'Müzikle terapi' yapan Japon sanatçı Kavakami de bunu keşfetmiş olmalı ki, dinleyicilerine 'yıldızlı bir gökyüzünün altında, sadece rüzgârın hafif esintisini dinletmeye' çalıştığını söylüyor.

Bediüzzaman da, yıllar önce '..hava-i nesîminin (temiz havasının) dokunmasıyla eşcar (ağaçlar) ve nebâtâttan (bitkilerden) birer tel-i mûsıkî (müzik teli) gibi nağamât-ı zikriye (Allah'ı zikir nağmeleri) kulağına gelsin' derken buna işaret etmiş olmalı. Yani 'rüzgârın sesi'ne...

Rüzgârın; ağaçların dal ve yapraklarına dokunarak husûle getirdiği sesin, insan ruhunu ne kadar dinlendirdiği herkesin tecrübesiyle sabittir. İşte rüzgârın kulaklarımıza taşıdığı bu rahatlatıcı ses, aslında ağaçların zikir seslerinden başka birşey değil.

Elbette rüzgâr, sadece ağaçların zikir nağmelerini taşımaz ruhumuza. Bediüzzaman, 'İlâhî bir musıkî dairesi' olarak ifade ettiği kâinatta, topyekûn bütün varlıkların hoş bir nağme havasında Allah'ı zikrettiğini ve bu fıtrî seslere iman kulağıyla dikkat kesilinirse, ruhun manevî âlemlere dalarak eşsiz zevk ve lezzetler alabileceğini şöyle ifade eder:

'Sanki kâinat, İlâhî bir musıkî dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümâtla kalblere hüzünleri ve Rabbânî aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları, nurânî âlemlere götürür, pek garip misâlî levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder.' (İşârâtü'l-İ'câz, s. 71, 72.)

Bediüzzaman, türlü türlü varlıkların seslerinden şöyle söz eder: 'Rüzgârların terennümâtı, bulutların naraları, denizlerin dalgalarının nağâmâtı...'

Yine Lemeât isimli eserinin bir yerinde de, şu vecîz ve âhenkli satırlarıyla değinir İlâhî orkestraya:

'Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra'dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevâz.

'Terennümât-ı hava, naarât-ı ra'dıye (gökgürültüsünün haykırışları) , nağamât-ı emvâc (dalgaların çıkardığı sesler) birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecâz.'

'Eşyada olan asvât (sesler) , birer savt-ı vücuddur; 'Ben de varım' derler. O kâinat-ı sâkit (susmuş kâinat) , birden söze başlıyor: 'Bizi câmid (cansız) zannetme, ey insan-ı boşboğaz! ' (Sözler, s. 683)

Evet, '..kâinatı nağâmâtıyla raksa getiren hakaikin esrârını ihtizaza (titreşime) veren musıka-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen (devamlı) güm güm eder' diyen Bediüzzaman, bütün varlıkların, ruhları mest eden bir âhenkle Allah'ı zikrederek, İlâhî bir orkestra meydana getirdiklerini nazara veriyordu.

İşte insan ruhunun sükûneti/dinginliği, kulağı bu İlâhî ritme vermekte saklı. Varlıkların fıtrî seslerini esas alan 'müzikle terapi' yönteminin başarısı da burada gizli olsa gerek.