MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 14.02.2013 00:54
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış.
Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış.
O muzır nefsin hatırı için mü'minlere adâvet etme.
Bediüzzaman
Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz
Azîz, sıddîk kardeşlerim,
Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve Şuhur-u Selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, Risâle-i Nur'un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.
Azîz kardeşlerim,
Siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife, ruy-i zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve'nin 'Dördüncü Mesele'sini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın.
Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fânî hayatta zâlimâne olan düstur-u cidâl dairesinde, gaddarâne, merhametsiz ve mukaddesât-ı dîniyeyi dünyaya fedâ etmek cihetiyle, kader-i İlahî, onların o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar olduklan fânî hayata bedel, bakî hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i îmânın saadet-i ebediyelerine birer vesîle olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde katî ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakîkati göstermişiz.
Elhasıl, ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar; bizler ölüme karşı nur-u Kur'ân ile cidalde, onların en büyük meselesi -muvakkat olduğu için- bizim meselemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Mâdem onlar dîvânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla tâkip ediyoruz? Bu âyet, ('Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.' Mâide Sûresi: 105.) ve usul-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan Yani, 'Başkasının dalaleti sizin hidâyetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız.; ' düsturun mânâsı, 'Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz. ' Mâdem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek râzı olanlara acımaktan menediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri mâlâyânî bilip, vaktimizi zâyi etmemeliyiz. Çünkü, elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevî nûrânî müdâfaadır.
Lügatçe;
gaflet: dalgınlık, umursamazlık-derd-i maîşet: geçim derdi-hengâm: an, zaman-Şuhur-u Selâse: üçaylar-ruy-i zemin: yeryüzü-mesâil: meseleler-fütur: gevşeklik-ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler-düstur-u cidâl: mücadele ve kavga prensibi-mukaddesât-ı dîniye: dine ait kutsal ve değerli sayılan şeyler-ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapan kimseler-usul-ü İslâmiyet: İslâm esasları-düstur: kaide, kural.
Evladın babaya karşı hak dava etmeye hakkı yoktur
Hem, peder ve vâlideyi şefkat ile techiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesâbına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine âittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.('Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme.' İsrâ Sûresi: 23.) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı dâvet etmesi, Kur'ân'ın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukûkları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Lügatçe;
peder: baba-vâlide: anne-techiz: donanım-vâlideyn: anne-baba-ukûk: anne-babaya itaatsizlik ve saygısızlık-veled: çocuk, evlat-fıtraten: yaratılış gereği-sebeb-i münâkaşa: münakaşa sebebi.

Duanın İyileştirici Gücünü Biliyor muyuz?
Doç. Dr. Ali AKBEN
İki hücrenin birlikteliği ile hayat yolculuğuna başlayan insanoğlunun yaratılış evrelerinde akıl almaz mucizevî olaylar vardır. Bu iki hücrenin tesadüf olmayan karşılaşması ve çoğalmaya başlaması enteresan açılımları da beraberinde taşımaktadır.

İki hücreden akıl almaz bir hızla çoğalan bir kısım hücreler kemik yapımızı çatmaya başlarken başka bir gurup hücre ise kas sinir ve damar ağının bu sistemle entegrasyon oluşturmasında gecikmiyor. Anne karnında iki ay dolmadan bu süre tamamlanarak insan yaratığının minyatürü meydana gelmiş oluyor.

Ruh-beden-zihin üçlüsü ile daha dünyaya gelmeden anne rahminde bazı hastalıklarla da tanışabiliyoruz. İnsan bedenini meydana getiren organların hastalanması ve bunların tedavileri ile ilgili uğraşan biz hekimlerin karşılaştığı çeşitli zorluklar da yok değil. Bazen basit bazen ise daha karmaşık ve zor olan birçok hastalıkla uğraşırken almış olduğumuz tıbbi bilgiler çoğu zaman yetersiz kalabilmekte…

Çağımızın hızlı gelişen ve ayak uydurmakta zorlandığımız teknolojisi bize bir çok olumlu imkânlar sunarken farkında olmadan da özellikle sağlığımızdan bir şeylerimizi götürmektedir. Öyle ki günümüz yoğun ve yorgun insanı bir düğmeye basarak her şeye hükmedebiliyorken sağlığını zindeliğini kazanmak için yaptığı maddî ve manevî uğraşılara rağmen arzu ettiği yaşam kalitesini bir türlü yakalayamaz hale gelmiştir…

Sağlık sektörü tüm dünyada önemsenen ve uğrunda milyarlarca paranın harcandığı bir alan olmasına rağmen hedeflenen iyilik halini yakalamada hâlâ yaya olmaktan öteye geçememiştir.

Biz hekimler bu açmaz karşısında kendimize yeniden dönüş yapıp nerede neyi eksik bırakıyoruz sorusunun muhatabı olmak durumundayız. Gerçekten nerede eksiklik yapıyoruz? Niçin bizden talep edilen şifaya vesile olamıyoruz.? Bizden beklenen performansı yakalamak için neleri yapmamız gerekir? Bu soruları daha çoğaltabiliriz. Ancak amaç belli:

Dünyamızı ciddi olarak tehdit eden silah sektörüne ayrılan para, ilaç ve sağlık sektörüne ayrılsa sonuç değişir mi? Bunca yıllık tecrübeme dayanarak değişir diyemiyorum. Çünkü sağlık ve ilaç sektörünün tröstlerinin cirit attığı ülkemizin batısındaki devletlerde sağlık ile ilgili sıkıntılar bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin sıkıntılarından pek gerilerde değil.

Bunu nerden anlıyoruz. Yapılan bilimsel çalışmalar bize şu sonucu veriyor. İnsan et ve kemik ötesinde bazı özelliklerle yaratılmıştır. Biz aynı hastalığın farklı insanlar üzerinde tezahürünü ve tedaviye cevabını farklı bulmaya alışkın hekimleriz. Aynı ilaç bir hastada tedaviye yardım ederken başka bir hastada sonuç vermemekte hatta ölümlere sebep bile olabilmekte… Bu örnekleri artırmak mümkün...

Bizleri yoktan var eden yüce rabbimiz yaratma gücü gibi şifa gücüne sahip olduğunu bizlere aktarıyor. Ölümden başka tüm dertlerin devasını yarattığını da müjdeliyor. Bu gerçeğe göre şifayı ararken biraz da bu alandan bir bakış açısı ile istifade etmeliyiz diye düşünüyorum. Modern batı tıbbı da zaten zorunlu olarak bu yöne doğru kaymak durumu ile yüz yüze.

Bilim araştırmayı, sorgulamayı, aklı kullanmayı ve karamsar olmamayı bize düstur olarak öğrettiğine göre çare ve çözüm için manevî dinamiklerimizi harekete geçirmemizin faydalarından da istifade etmemiz gerekiyor.

Şunu çok iyi biliyoruz. Her türlü hastalığın tedavisinde hekim hasta diyalogu önemli. Hastanın doktora ve tedaviye inanması da önemli… Doktorun hastanın iyileşebileceğiyle ilgili yapacağı olumlu telkinlerde önemli. Bu üç şey tedavî olma ve şifa bulmada gerçekten önemli… Günümüzde milyarlarca dolarlık yatırımlarla keşfedilip üretilen ilaçlardan ve alternatif tedavilerden daha önemli.. Bu üç şey…

Bu üç şey aynı zamanda kendi içlerimizde bulunan şifa gücünü keşfedip kullanmamızın da anahtarıdır. Halk arasında söylendiği gibi şifayı yüreğinde arama sözü; Bu gerçekten yola çıkarak söylenmiş olsa gerek.

İstemek, yardım talep etmek anlamına gelen dua bize hangi kapıları açıyor kısaca bir göz atalım; Dua ile en başta bizi yaratan ve bize şifayı vaad edenle bir buluşma gerçekleştiriyoruz. Riyanın, maddi çıkarın olmadığı samimi ve yalın bir buluşma bu…

Hastalıklar insanlarımızda aynı zamanda bir acziyet meydana getirir. Acizlik insanları daha samimi olmaya yöneltir. Samimiyet ise muhabbet ve bereket demektir. Bu psikolojide bir insanın dilden ve kalp yolu ile istekleri doğal olarak beynimizde bazı hormonların salgılanmasına sebebiyet vermektedir. Otonom sinir sistemi ve iç salgı bezlerimiz bu salgılanan maddeler ve hormonlardan olumlu etkilendiği ise yapılan çok yönlü çalışmalarla su yüzüne çıkmış… Beynimizde ve zihnimizde meydana gelen bu biyokimyasal değişim doku ve organlarımız için umulmadık şifalara vesile olabilmektedir.

İnsan ruhunun hasta olmayacağına yönelik bilgilerimizle bugünkü halimize baktığımızda ise çoğu yakınmalarımızın sebebinin zihnimizdeki engin dehlizlerde olabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz...

Dua sözlü olarak yapılabildiği gibi, sebeplere sarılarak ta yapılabilir. Hasta bir insanın hekim araması, hastalığının teşhisinde bazı tetkiklere müracaat etmesi, hatta hastalığının şifası için çeşitli ilaçlar, bitkiler ve perhizler yapması bütün bunları biz dua kapsamında değerlendirmeliyiz…

Bilinçli olmayarak sıklıkla işimizin Allah 'a kaldığını söyler dururuz. Aslında işimizin ona kalması aynı zamanda vuslata da ermemiz demek olduğunu ise sıklıkla göz ardı eder ve bu sözü genellikle çaresizlik durumlarında telaffuz ederiz.

İşimizin yüce Mevlaya kalması aynı zamanda aciz kalmaya başlayıp onun himmetinden yardım şansını elde edebileceğimiz bir döneme de girmemize zemin hazırladığını ise pek aklımıza getirmeyiz.

Yüce yaratıcımız; bana yaklaş, yani dua et, bende sana yaklaşayım ve sana yardım edeyim diyerek zor anlarımızın o çekilmez uzayan dakikalarında bizimle olmak ister. Hastalık acı ızdırap ve keder insanların zor olarak kabul ettikleri anları zamanlarıdır. Bu zamanlarımızda Rabbimize yaklaşmamız moralleri yükselttiği için bağışıklık sistemimizi güçlendirerek hastalıklarla olan savaşta galip gelmemiz mümkün olacaktır.

Duanın etkisi sadece bununla sınırlı da değildir. Dua ile kendimizle barışık hale geliyor, yaşama arzumuzu artırıyor, ölümle olan ebedi savaşımızda birkaç kale daha fethetmemize zemin de hazırlamış oluyoruz.

Samimi bir duruş ile Yaratanla baş başa kalma olarak tanımlayabileceğim dua ile sadece sağlığımızı kazanmıyoruz. Kendimizle ve rabbimizin yarattığı evrendeki tüm nes nelerle barışık, zinde, formda, mutlu, umutlu, ağrılardan ve stresten uzaklarda yaşayabiliriz.
Bugünkü bilgilerimizle çözmekte zorlandığımız ve tedavide henüz istenen başarıları yakalayamadığımız ölümcül birçok hastalıkta duyduğumuz başarı hikâyelerinin altında hep bu gerçekliliğin yattığını biliyoruz. Hastalıkları yenme hikâyeleri ile ilgili Türkçemize de tercüme edilen batı ve uzak doğu kaynaklı yaşam hikâyelerinin altında hep bu iksirli formülün yattığını görmemiz bizleri yaratanımıza biraz daha yakınlaştırmalıdır.
Hastalıklar gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmemiz nasıl elzemse, çeşitli musibetler ve çaresiz hastalıklar kapımızı çalmadan da bizlere şah damarımızdan da yakın olan mevlamızla buluşmalı, onunla halleşmeli ve onun düsturları doğrultusunda yaşamaya çalışmalıyız diyorum… Sağlık mutluluk dileklerimle…