Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm değildir.
Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir.
Siz de büyük tanımayınız.
Bediüzzaman
Velayet: Velilik
Şe'n: Tavır, hal
tevazu: alçak gönüllülük
Mahviyet: kendini herkesten aşağı görmek
Tekebbür: Kibirlenme, büyüklük taslama
Tahakküm: zorbalık, baskı
Sabiyy-i müteşeyyih: çcuk kalmış yaşlı, ihtiyar çocuk.
Ve keza canlıların hayatı veren Zata sundukları hayat hediyelerini anlamam, bunu görüp şahitlik etmem, hakk-ı hayatım olarak bana kafidir.
Ve keza, Ezel Sultanımın nazar-ı şuhuduna imani bir şuurla arz etmek için, Onun ihsanının sanatlı cevherleriyle süslenmem, böylece nazar-ı dikkatleri üzerime çekmem, hakk-ı hayatım olarak bana kafidir.
Onun kulu, masnuu, mahluku olduğumu, Ona muhtaç bulunduğumu; Onun ise bana karşı Rahim, Kerim, Latif ve Münim olduğunu, rahmet ve hikmetine yaraşır şekilde beni terbiye ettiğini bilmem, anlamam, hissedip İmân etmem, hayat ve lezzet-i hayat olarak bana kafidir.
Ve keza, sonsuz kudret sahibi Kadirin kudret mertebelerine, sınırsız rahmet sahibi Rahimin rahmet derecelerine, mutlak kuvvet sahibi Kavinin kuvvet tabakalarına mutlak acz, fakr ve zaafım gibi özelliklerimle bir ölçü oluşum, hayat ve kıymet-i hayat olarak bana kafidir.
Ve keza, cüz ı ilim, irade ve kudretim gibi cüz'i sıfatlarımla Halıkımın muhit sıfatlarını anlamam, mesela Onun herşeyi kuşatan ilmini kendi cüz'i ilmimin mizanıyla idrak etmem, bana kafidir. ·
Ve keza, İlahımın sonsuz kemal sahibi, kainattaki bütün kemallerin de Onun kemalinin delilleri ve işaretleri olduğunu bilmem, kemal olarak bana kafidir.
Ve keza, Allah'a olan imanım, bende kemal olarak bana kafidir. Çünkü, insan için iman, bütün kemalatın kaynağıdır.
Ve keza, çeşitli organlarımın türlü dilleriyle, istediğim bütün enva-ı çeşit ihtiyaçlarımı karşılayan, bana yedirip içiren, beni terbiye edip idare eden ve kemale erdiren, güzel isimler sahibi olan Allahım,
Rabbim, Halıkım ve Musavvirim bana kafidir. Onun şanı ne yüce, ihsanı ne geniştir.
Dördüncü Nükte: Benim emsalimin suretlerini, belli bir sudan, ince ve güzel sanat, kudret, hikmet ve rububiyetiyle açan Zat, bütün arzularım için bana kafidir.
Ve keza, beni yoktan yaratan, kulak ve gözlerimi açan, cismime bir lisan ve kalb takan, bedenime ve cihazatıma türlü türlü rahmet hazinelerindeki nimetlerini tartmak için sayılamayacak kadar hassas mizanlar yerleştiren ve aynı zamanda, isimlerinin çeşit çeşit hazinelerini anlamam için lisan, kalb ve fıtratıma hadd ü hesaba gelmez hassas aletler derc eden Zat, bütün maksatlarım için bana kafidir.
Kimse isteyerek küfrü kabul etmez
Arkadaş! Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise, suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir. Meselâ: Bir insan, gövdesinin cihât-ı sittesini güneşlendirmek istediği zaman, ya bir Mevlevî gibi dönerek gövdesinin her tarafını güneşe karşı getirir veya güneşi o mesafe-i baîdeden celple gövdesinin etrafında döndürecektir. Birinci şık, tevhidin kolaylığına misaldir. İkincisi de, küfrün zahmetlerine misaldir.
Sual: Şirk bu kadar zahmetli olduğu halde niçin kâfirler kabul ediyorlar?
Cevap: Kasten ve bizzat kimse küfrü kabul etmez. Yalnız şirk hevâ-i nefislerine yapışır. Onlar da içine düşer; mülevves, pis olurlar. Ondan çıkması müşkülleşir. İman ise, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.
Lügatçe;
cihât-ı sitte: altı yön-mesafe-i baîde: uzak mesafe-tevhid: birlik, bütüncül bakış-Şirk: Allah'a eş ve ortak koşmak-hevâ-i nefis: nefsin meşru olmayan arzuları-mülevves: kirli, pis.