Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye îtibariyle bir hodgâm adam bizde diyor:
'Ben susuzluktan ölsem, hiç yağmur bir daha dünyaya gelmesin.
Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.'
İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor; hariçten içimize girmiş, zehirliyor.
Bediüzzaman
İkinci Nükte
Benim bekama bedel, İlah-ı Baki, Halık-ı Baki, Mucid-i Baki, Fatır-ı Baki, Malik-i Baki, Şahid-i Baki, Mabud-u Baki ve öldükten sonra beni diriltecek Bais-i Baki olan Allahım bana yeter. O halde, benim vücudumun zevale gitmesinin önemi yok. Bundan dolayı hüzün, teessüf ve tahassür çekmemeliyim. Çünkü, Mücidim bakidir ve esmasıyla her vakit icad eder. Şahsımda hiçbir sıfat yoktur ki, Onun baki olan isimlerinden birinin şuaı olmasın. Binaenaleyh, o sıfatın fena ve zevali, onun için bir idam değildir. Çünkü, o, ilim dairesinde mevcuddur ve Halıkınca baki ve meşhuddur.
Ve keza, beka ve ondan alınacak lezzet olarak, Onun baki isimlerinin bir aynası durumundaki mahiyetimde temessül eden baki İlahım olduğuna dair ilmim, izanım, şuurum ve imanım bana yeter. Benim hakikat-i mahiyetim, ancak o ismin bir gölgesi olabilir. O ismin benim hakikatimin aynasında temessül etmesi sırrıyla, öz hakikatim sevimli hale geldi. Kendisi için değil, belki kendisine yansıyan ismin sırrıyla, onda temessül edenin bekası, onun için çeşitli yönden bekadır.
Üçüncü Nükte: 'Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.' Çünkü, O öyle bir Vâcibü'l-Vücuddur ki, akıp giden mevcudat, ancak Onun icad ve varlığının tecelliyatının tazelenen aynalarıdır. Onunla, Ona intisap etmekle ve Onu tanımakla hadsiz varlık nurları kazanılır; Onsuz ise sınırsız yokluk karanlıklarına düşülür ve ayrılık elemleri çekilir.
Bu akıp giden mevcudat, aynalardan ibarettir. Bunlar, yok oluş ve ayrılıklarındaki itibarı değişiklikle tazeleniyorlar; fakat, altı vecihle baki kalıyorlar.
· Birincisi: O güzel manaları ve misali hüviyetleri beka buluyor.
· İkincisi: Suretleri misali levhalarda baki kalıyor.
· Üçüncüsü: Uhrevi semereleri bakileşiyor.
· Dördüncüsü: Rabbine yaptığı tesbihatının beka bulması ki, kendisi için temessül ediyor ve bir nevi varlık oluyor.
· Beşincisi: İlim dairelerinde ve ebedi manzaralarda baki kalıyor.
· Altıncısı: Ruhlu varlıklar ise, ruhları beka buluyor.
Varlıkların ölüm, yokluk, ayrılık, adem, görünme ve sönmelerindeki farklı vazifeleri ancak esma-i İlahiyenin gerektirdiği vaziyetleri göstermekten ibarettir. Bu vazife sırrından dolayıdır ki, mevcudat, ölüm, hayat, varlık ve yoklukla dalgalanan gayet süratle akan bir nehri andırır. Bu vazifeden bir daimi faaliyet ve bir sürekli Hallakıyet tezahür eder. O halde benim ve herkesin şöyle demesi gerekir:
'Hasbünallahü ve nimel-vekil': Yani, Vâcibü'l-Vücudun eserlerinden bir eser oluşum, varlık olarak bana yeter. Bu nurlu ve ayna olan vücudun bir an-ı seyyalesi, benim için geçici ve neticesiz olan milyonlarca sene yaşamaktan daha iyidir.
Kur'an ve Hadis, ahir zamanda meydana gelecek hadiseleri neden kapalı ve tevile muhtaç bir şekilde haber vermişler
(deccal, süfyan ve Mehdi gibi)
Açıkça bildirselerdi daha iyi olmazmıydı?
İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki, Ebu Bekir'ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil'ler esfel-i sâfilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve İmân makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekir'ler Ebu Cehil'ler ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâmın nüzûlü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhâs-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.
Lügatçe;
teklif: Vazifelendirme, sorumlu tutma-ihtiyar: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-tetkik: İnceleme, araştırma-bedihî: Apaçık, belli-âlâ-yı illiyyîn: Yüceler yücesi, en yüksek mertebe-esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı; Cehennemin en aşağı tabakası-dâr-ı teklif: Allah`ın teklif ve emirleri ile vazifeli olunan yer, dünya-alâmet-i kıyamet: Kıyâmet alâmetleri, kıyametin çok yakın olduğunu bildiren işaretler-eşrât-ı saat: Kıyâmet şartlarının ortaya çıkması-müteşabihat-ı Kur'âniye: Beşer lisanının, lügatını vaz etmediği, sezip düşünemediği, misalini göremediği hakikatların teşbih ve temsiller ile anlatıldığı âyet-i kerimeler-tevil: Bir fikir veya sözden bir başka mânâ çıkarmak; anlaşılması zor olan âyet ve hadîslerde ne kast edildiğini ve ince mânâları bildirme-Süfyan: Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs-eşhâs-ı müthişe: Âhirzamanda çıkacakları hadisçe bildirilen anarşist, terörist, deccal gibi şahıslar.
Salavat, Allah'ın rahmetine ulaşmak için en kısa yoldur..
Aynada güneşin çok net ve güzel bir şekilde görünmesini ve yansımasını kast ederek, kinaye ve mecaz nevinden, 'ayna güneş olmuştur' dersek, bunda bir mahzur yoktur. Burada muradımız, aynanın güneşi çok net ve berrak bir şekilde gösterip ilan etmesine atıftır. Yoksa ayna eşittir güneş denilmek istenmiyor.
İşte, insanın fıtrat ve mahiyeti de aynanın güneşi yansıtması gibi, Allah’ın isim ve sıfatlarını çok net ve berrak bir şekilde yansıtıyor. İnsan mahiyetinin bu şiddetli yansıtma işini tasvir etmek için 'O ayna güneştir' denildiği gibi, 'İnsanda suret-i Rahmân var' vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münasebetine işareten denilmiş ve denilir. Allah’ın suretinden kast edilen mana, Allah’ın isim ve sıfatlarıdır. Yoksa insana benzetmek anlamında değildir. Yani insan bir ayna, Allah’ın isim ve sıfatları da bu aynada tecelli eden güneşler hükmündedir. Ayna ile güneş arasındaki alaka ise tecelli eden ile edilendir.
Allah’ın sonsuz azamet ve kibriyasına bütün kainat ve özellikle semavat şahittir. O öyle azametli bir Allah’tır ki, bütün kainat ve içindekiler onun emri ve kuvveti karşısında nihayetsiz bir zillet içindedirler. Her şey ona mutlak olarak itaat ediyor. İşte böyle azameti ve kibriyası sonsuz bir Zata muhatap olmak, ancak onun sonsuz şefkati ile mümkündür.
Yani insanı Allah ile dost ve muhatap yapan, şefkatten başka bir şey değildir. İşte şefkatin en parlak tecellisi ve aynası İki Cihan Serveri olan Hazreti Muhammed (sav) ’dır. Allah’ın bu muhataplığına ve şefkatine gitmenin en kısa ve kestirme yolu, Allah’ın habibi olan Resulü (asv) 'in sünnetine ittiba etmektir. Allah Resulü (asv) 'e vasıl olmanın en güzel ve kestirme yolu da ona rahmet istemek anlamında olan salavat getirmektir. Yani Allah’ın sonsuz şefkatine ulaşmak için salavat ile Habib-i Ekrem (asv) en güzel ve kestirme bir köprüdür.