MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 03.02.2013 01:01
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Kur'an-ı Kerim okumanın fazileti
1- “Size iki şey bıraktım (ki) onlara sarıldığınız müddetçe sapıtmazsınız. (onlardan biri) Allah’ın kitabı (diğeri de) resulünün sünnetidir.” Muvatta

2- “Hanginiz her gün buthan veya akike gidip, günaha girmeden, akrabayla ilgisini kesmeden iki tane iri hörgüçlü deve getirmekten hoşlanır.” Sahabeler “Ya Resulallah bunu hepimiz isteriz” dediler. Peygamberimiz:”Birinizin mescide gelip, orada Allah’ın kitabından, iki ayet öğrenmesi veya okuması, onun için iki deveden daha hayırlıdır. Üç ayet üç deveden, dört ayet, dört deveden ve okunacak ayetler kendi sayılarınca deveden daha hayırlıdır” buyurdu. Ebu Davud, Müslim

3- “Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa, ona bir hasene (sevap) vardır. Her bir hasene ise on misliyledir. Ben size Elif, Lam, Mim bir harftir demiyorum, Elif, bir harf, Lam, bir harf, Mim, bir harftir.” Tirmizi.

4- “Kur’an Allah’a semavat, arz ve bunların içindekilerden daha sevimlidir” Ebu Nuaym.

5- “Kur’anın diğer kelamlara olan üstünlüğü, Rahman (olan Allah’ın) diğer mahlukata olan üstünlüğü gibidir” Ebu Ya’la Müsnedi ve Beyhaki.

6- “Her ziyafet çeken, ziyafetine (insanların) gelmesini ister, sever. Kur’an’da Allah’ın ziyafetidir, ondan uzak durmayınız.” Beyhaki

7- “Kur’anı öğrenin ve onu diğer insanlara da öğretininiz.” Beyhaki

8- “Sizin hayırlınız, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.” Buhari Müslim

9- “Kur’an ehli, ehlullahtır ve onun has kullarıdır.” Ebul Kasım. Kenzul Ümmal.

10- “Bir topluluk, Allah’ın evlerinden her hangi bir evde toplanırlar, Allah’ın kitabını okuyup, aralarında ders yaparlarsa, muhakkak onların üzerlerine sekinet iner, onları rahmet kucaklar, meleklerde onların etrafını kuşatırlar, Allah onları kendi katındakilere (mukarrebin meleklere överek) anlatır.” Ebu Davud.

11- “Hased (yani gıbta) ancak iki şeye olur: Birisine Allah kuranı vermiş, ihsan etmiştir, oda gece gündüz onu okur. Diğeri de Allah bir adama da mal vermiştir oda (Allah rızası için) gece gündüz malını infak etmektedir.” Buhari Müslim

12- “Sizden birisi eğer Rabbinin kendisiyle konuşmasını arzu ederse Kur’an okusun.” Hatibi Bağdadi, Deylemi.

13- “İnsanların en çok ibadet edeni, onların en çok Kur’an okuyanıdır.” Deylemi.

14- “Ümmetimin en üstün ibadeti, bakarak, Kur’an okumaktır” Hakim.

15- “İçinde Kur’andan bir şey olmayan kimse, harap bir ev gibidir.” Tirmizi

16- “Bu kalplerde demirin pas tuttuğu gibi paslanır.” “Ya Resulallah onun cilası nedir” denildi. O da cevaben:”Tilaveti Kur’an” buyurdu. Beyhaki

17- “Allah bu kitap sayesinde bir kısım milletleri (onunla amel edenleri) yükseltir, bir kısmını da (itaat etmeyenleri de) alçaltır.” Müslim

18- “Kim Kur’an okur ve onunla amel ederse, onun anne ve babasına kıyamet gününde keramet tacı giydirilir. Güneş sizin evlerinizin içinde olup da evinizi ışıtmış olsa idi bile o tacın ışığı kadar güzel olamazdı. (Kur’an okuyanın anne ve babasına yapılan ikram bu) onunla amel edeni düşünebiliyor musunuz? ” Müsned

19- “Kur’an okuyunuz! Çünkü, Allah Kur’an’ın kabı olmuş bir kalbe azab etmez.” Deylemi

20- “Kur’an okuyun çünkü o kıyamet günü kendi dostlarına şefaatçi olarak gelir.” Müslim

21- “Kim Kur’anı öğrenir, öğretir ve içindekilerle amel ederse, Kur’an ona (kıyamet gününde) şefaat eder ve onu cennete götüren rehberi olur.” İbni Asakir

22- “Kıyamet gününde Kur’an kendi dostu için gelir: “Ya Rab! Onu süsle”der. Ona keramet tacı giydirilir. Kur’an “Ya Rabbi artır” der. Bu defa ona keramet elbisesi giydirilir. Kur’an bu sefer: “Ya Rabbi ondan razı ol” der. Allah’ta ondan razı olur. Kendisine şöyle denilir:” oku ve yüksel”. oda okudukça her ayetin sevabı da artırılır.” Tirmizi

23- “Cennetin dereceleri, Kur’an ayetlerinin sayısı kadardır. Kur’an ehlinden birisi, cennete girerse, kendisinden yukarıda başka derece olmadığını görür.” İbni Merduye
Ya İlâhî!
Hasenatım senin atândandır. Seyyiatım da senin kazandandır.
Eğer atân olmasaydı helâk olurdum.
Bediüzzaman
Koca cennet, onun cemâlinin yalnızca bir cilvesidir
Dördüncü nokta: Nasıl ki ceset ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır; ve lâfız mânaya bakar, ona göre nurlanır; ve suret hakikata istinad eder, ondan kıymet alır. Aynen öyle de, bu maddî ve cismânî olan âlem-i şehadet dahi bir cesettir, bir lâfızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esmâ-i İlâhiyeye dayanır, hayatlanır, istinad eder, canlanır, ona bakar, güzelleşir. Bütün maddî güzellikler kendi hakikatlerinin ve mânâlarının mânevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise, esmâ-i İlâhiyeden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridir. Ve bu hakikat, Risale-i Nur'da katî ispat edilmiştir.
Demek bu kâinatta bulunan bütün güzelliklerin envâı ve çeşitleri, âlem-i gayb arkasında tecellî eden ve kusurdan mukaddes, maddeden mücerred bir cemâlin esmâ vasıtasıyla cilveleri ve işaretleri ve emârâtlarıdır. Fakat nasıl ki, Vâcibü'l-Vücudun Zât-ı Akdesi, başkalara hiçbir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemâli, mümkinatın ve mahlûkatın hüsünlerine benzemez, hadsiz derecede daha âlidir.
Evet, koca Cennet bütün hüsün ve cemâliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennete Cenneti unutturan bir cemâl-i sermedî, elbette nihayeti ve şebîhi ve nazîri ve misli olamaz.

Malûmdur ki, her şeyin hüsnü kendine göredir; hem binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır. Meselâ, gözle hissedilen bir güzellik, kulakla hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akılla fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağızla zevk edilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi; kalb, ruh ve sair zâhirî ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilâfı gibi muhteliftir. Meselâ, imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemâli ve suretin cemâli ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi; Cemîl-i Zülcelâlin nihayet derecede güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.

Lügatçe;
lâfız: Kelime, söz-âlem-i şehadet: gözle görülen âlem, dünya, kâinât-âlem-i gayb: Görülmeyen âlem-envâ: türler, nev'iler-mücerred: Yalnız, tek, hâlis, saf, soyulmuş-emârât: İşaretler, belirtiler, alametler-Vâcibü'l-Vücud: Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan Allah (cc) -Zât-ı Akdes: Her türlü kusur ve noksandan uzak ve pâk olan zât, Allah-mümkinat: Mümkün olan şeyler, var veya yok olması eşit olup, varlığı ve yokluğu için Allah`ın tercihine muhtaç olan şeyler; Allah`ın dışındaki bütün varlıklar-müşahede: Görme, seyretme-cemâl-i sermedî: Ezelî ve Ebedî olan; zaman ve mekan gibi bütün kayıtlardan bağımsız olan güzellik-şebîh: Benzer-nazîr: Benzer olan-istihsan: Beğenme, güzel bulma.
Süfyan Kur'an'ı niçin tercüme ettirmek istiyordu?
Bundan on iki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur'ân'a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: 'Kur'ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.' Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.

Fakat Risale-i Nur'un cerh edilmez hüccetleri kat'î ispat etmiş ki, Kur'ân'ın hakikî tercümesi kabil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur'ân'ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur'âniyenin mucizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz'î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur'ân güneşini üflemekle söndürmeye ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları sebebiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele yazdırıldı tahmin ediyorum. Başkalarıyla görüşemediğim için hakikat-ı hali bilmiyorum.
Lügatçe;
cerh: Çürütmek-hüccet: vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu ispat için gösterilen belge-lisan-ı nahvî: Arapça`nın bir vasfı; intizam kaide ve düsturlara bağlı güzel, belağatlı dil-mucizâne: Mucizeli, mucize olan-cemiyetli: Geniş Kapsamlı.