Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Âyet-i Kur'âniye, âlem kapısında durup; ribâya 'Yasaktır! ' der.
'Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız! '
diyerek, insanlara ferman eder.
Şâkirdlerine, 'Girmeyiniz! ' emreder.
Bediüzzaman
Riba: faiz
Öyle hadsiz bir güzelliği var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı güzelleştirmiş
Birinci Bürhan
Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği, işlemesinin güzelliğine; ve işlemek güzelliği, ustalığın o san'attan gelen ünvanın güzelliğine; ve ustadaki san'atkârlık ünvanının güzelliği, o san'atkârın o san'ata ait sıfatının güzelliğine; ve sıfatının güzelliği, kabiliyet ve istidadının güzelliğine; ve kabiliyetinin güzelliği, zâtının ve hakikatinin güzelliğine derece-i bedahette gayet katî bir sûrette delâlet ettiği gibi, aynen öyle de, bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnularındaki hüsün ve cemâl dahi, San'atkâr-ı Zülcelâldeki fiillerinin hüsün ve cemâline katî şehadet; ve ef'âlindeki hüsün ve cemâl ise, o fiillere bakan ünvanların, yani isimlerin hüsün ve cemâline şüphesiz delâlet; ve isimlerin hüsün ve cemâli ise, isimlerin menşei olan kudsî sıfatların hüsün ve cemâline katî şehadet; ve sıfatların hüsün ve cemâli ise, sıfatların mebdei olan şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâline katî şehadet; ve şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâli ise, fâil ve müsemmâ ve mevsuf olan zâtının hüsün ve cemâline ve mâhiyetinin kudsî kemâline ve hakikatının mukaddes güzelliğine bedahet derecede katî bir sûrette şehadet eder. Demek Sâni-i Zülcemâlin kendi Zât-ı Akdesine lâyık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemâli var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş. Ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinatı hüsün ve cemâl lem'alarıyla tezyin edip ışıklandırmış.
Evet, işlenmiş bir eser fiilsiz olmadığı gibi, fiil dahi fâilsiz olamaz. Ve isimler müsemmâsız olması muhâl olduğu gibi, sıfatlar dahi mevsufsuz mümkün değildir. Madem bir san'atın ve eserin vücudu, bedahetle o eseri işleyenin fiiline delâlet; ve o fiilin vücûdu, fâilinin ve ünvanının ve eseri intac eden sıfatın ve isminin vücudlarına delâlet eder. Elbette bir eserin kemâli ve cemâli dahi, fiilin kendine mahsus kemâl ve cemâline, o da ismin kendine münasip, muvafık güzelliğine, o dahi zâtın ve hakikatın -fakat zâta ve hakikata lâyık ve muvafık -kemâline ve cemâline ilmelyakîn ile ve bedahetle delâlet eder.
Aynen öyle de bu eserler perdesi altındaki faaliyet-i daime fâilsiz olması muhal olduğu gibi, bu masnuat üstünde cilveleri ve nakışları gözle görünen isimler dahi müsemmâsız hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve müşahede derecesinde hissedilen kudret, irade gibi sıfatlar dahi mevsufsuz olması muhâl olduğundan, şu kâinatta bütün eserler, mahlûklar, masnûlar hadsiz vücudlarıyla, Halık ve Sâni ve Fâillerinin vücud-u ef'âline ve esmâsının vücûduna ve evsafının vücuduna ve şuûnât-ı zâtiyesinin vücuduna ve Zât-ı Akdesinin vücub-u vücuduna katî bir surette delâlet ettikleri gibi, o masnuatın umumunda görünen muhtelif kemâlât ve ayrı ayrı cemaller ve çeşit çeşit güzellikler, Sâni-i Zülcelâlde olan fiillerin ve isimlerin ve sıfatların ve şe'nlerin ve Zâtının kendilerine mahsus, münasip ve lâyık ve vâcibiyetine ve kudsiyetine muvafık olarak hadsiz kemâlâtlarına ve nihayetsiz cemallerine ve ayrı ayrı ve umum kâinatın fevkınde güzelliklerine gayet sarih şehadet ve gayet katî delâlet ederler.
Lügatçe;
derece-i bedahet: Ap açık olmanın derecesi-masnu: Sanatla yapılmış eser, varlık-hüsün: Güzellik-ef'âl: Fiiller, hareketler-şuûnât-ı zâtiye: Cenab-ı Hakk`ın Zatına özel işleri ve emir dâiresine âit kanunları-fâil: Bir işi yapan, fiili işleyen-müsemmâ: ismin sâhibi, zat-mevsuf: Sıfatın sahibi, zat-daire-i mümkinat: Kâinât, imkân âlemi, varlığı ve yokluğu eşit olup var veya yok olmak için Allah`ın tercihine muhtaç olan yaratıklar dâiresi. (Allah`ın dışında herşey dâire-i mümkinâttandır.) -intac: Netice verme, doğurma-faaliyet-i daime: Sürekli, hiç durmayan faaliyet-muhal: İmkânsız; olması mümkün olmayan-Zât-ı Akdes: En kudsî isimlerin ve sıfatların sahibi; her türlü kusurdan müberra, mukaddes olan Cenab-ı Hak.
Aman dikkat! Taraftarlıklarımıza dikkat edelim...
Suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevap: Umûmî musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.
Sözler,
Âyette vardır: 'Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlûmlar da içinde yanar.' Çünkü, musîbet-i âmmeden mâsumlar harika bir tarzda, yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit, Ebu Cehil gibi fenalar, aynen Ebû Bekir-i Sıddık Radıyallahu Anh gibi tasdik ederler. Onun için, musîbet-i âmmede mâsumlar da belâ çekerler.
Emirdağ Lahikası,
Hem böyle umumî musîbetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.
Emirdağ Lahikası,
Lügatçe;
eşhâs: şahıslar, kişiler-nâs: insanlar-fiilen: davranışla-iltizâmen: taraftar olarak-iltihâken: katılarak-musîbet-i âmme: büyük ve genel musibet-hikmet-i diniye: dinin hikmeti, gayesi, faydası ve sorumluluk sebebi-tevbe: Allah'dan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek-nedamet: pimanlık-istiğfar: Tevbe etmek. Yalvarmak. ' Estağfirullâh' demek.