MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 29.01.2013 09:44
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir.
Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar.
Bediüzzaman
Elhamdülillahi alâ nimet-il îman
'Dünyadaki bu hayatımın hakiki lezzeti ve saadeti nedir? ' diye, yine bu (hasbünallhüveni'melvekil) âyetine baktım. Gördüm ki:
Bu hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır. Yani, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlûkü ve terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve Ona her vakit muhtaç bulunmasına ve O ise Rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı gayet merhametli ve şefkatli bulunduğuna katî imanım öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve daimî bir lezzet ve saadettir ki, tarif edilmez. Ve 'Elhamdülillahi alâ nimet-il îman' ne kadar yerindedir diye âyetten fehmettim.

İşte hayatın hakikatine ve hukukuna ve vazifelerine ve mânevî lezzetine ait olan bu dört mesele gösterdiler ki, hayat, Zât-ı Bâki-i Hayy-ı Kayyûma baktıkça ve İmân dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem beka bulur, hem bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakmaz diye bu âyetten dersimi aldım. Ve niyet ve tasavvur ve hayalce bütün hayatların ve zîhayatların namına dedim.
Lügatçe;
masnu: Sanatla yapılmış eser, varlık-memlûk: Köle, kul, esir; bende, hizmetkâr-terbiyegerde: Terbiye edilmiş, yetiştirilmiş-Zât-ı Bâki-i Hayy-ı Kayyûm: Daimi olan ve her canlıya hayat veren ve onların varlıklarını devam ettiren zât, Allah-sermediyet: Dâimîlik, süreklilik, sonsuzluk, ebedîlik.
Rızkın Allah'ın taahhüdü altında olması ne demektir?
Rızık ikidir.

Biri: yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki, taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki, bedende, yağ ve saire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade birşey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek yirmi otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû-i itiyattan ve terk-i âdetten neş'et eden bir hastalıktan vefat ederler.

İkinci kısım rızık: İtiyat, israf ve sû-i istimâlat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun'î rızıktır. Bu kısım ise taahhüd-ü Rabbânî altında değil, belki ihsana tâbidir. Kâh verir, kâh vermez.

Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki, medar-ı saadet ve lezzet olan iktisat ve kanaatle sa'y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızık için bir fiilî dua bilerek müteşekkirâne ve minnettârâne o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârâne geçirir. Ve bedbaht odur ki, medar-ı şekavet ve hasâret ve elem olan israf ve hırs ile sa'y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup, tembelkârâne ve zâlimâne ve müştekiyâne hayatını geçirir, belki öldürür.

Lügatçe;
fıtrî: fıtrata âit ve yaratılışla ilgili-taahhüd-ü Rabbânî: Herşeyi terbiye ve idare eden Allah`ın vaad etmesi, söz vermesi, garantisi-iddihar: Biriktimek, toplamak, depolamak-sû-i itiyat: Kötü alışkanlık-sû-i istimâlat: Kötüye kullanmalar-sa'y-i helâl: Helâl kazanç için çalışmak-medar-ı şekavet ve hasâret: Sıkıntı ve zarar sebebi-müştekiyâne: Şikâyet ederek, şikâyet eder gibi.
Dertliyseniz 'Dert' Sizsiniz!
Hedeflerini bitirmişlerin işidir, dönüp geriye bakmak. Önde istikbal, arkada mazi, ilâhi kanundur bozulmaz bu yazı. Bugün genç olanlar, yarın ihtiyar olacak. Hak yolunda yürüyenler bahtiyarlık bulacak. Gençler istikbali, yaşlılar maziyi konuşur. Biri istikbali savunur, diğeri maziyle avunur. Birisi mazide bulmuştur yarar. Diğeri yolunda hakikat arar. İnsan muammadır durmaz bikarar.
Bak, dün yaşlı da gençti, ama bugün ihtiyar. Pek çok şeyi geri bıraktığının bir işaretidir ihtiyarlığı. İstemeyiz ama o gelir bizi bulur, aynada gerçek olur. Geriye bakma, içini yakma! Resimlerin albümde kalsın. Gitme kal, diye el açıp yalvardıkların, ardına dönüp bakmadan seni terk edip gittiler. Nerede gençliğin, sağlığın, topladığın mallar, paralar? Güneşe dur, lezzetler ağzımda kal, gençliğim beni bırakıp gitme, ölüm bana gelme diyemezsin! Güneş batar, lezzet kaçar, gençlik gider, ruhun seni terk eder. İyi ki bunlar oluyor. İnsan bunlarla hayat buluyor. Varlık anlaşılıyor ve her şeyin tadı tuzu geliyor.
Kaçırdığımız hiçbir şey yok. Her şey yine bizim, istikbal bizim, başarı bizim olacak. Her koşucunun bitiş noktası, çıkış noktası değil midir? Gam çekmeyelim, elem duymayalım, beli bükük, dizleri dermansız, gözleri fersiz kalan insanlar, dört ayakla gideceğimiz yolun sonunda pırıl pırıl bir gençlik bekliyor bizi. Ekildiğimiz yerden bir delikanlı olarak çıkacağız huzura..
Dertliyseniz, dert sizsiniz. Derdine derman bulmak isteyen kendine dönsün. Zihinsel tembellikleri, kaybettiğimiz insani refleksleri, yalnızlaştığımız yabancılaşmayı, afakî düşünceleri, bizi hayatın esas gayesinden uzaklaştıran ölü toprağını üstümüzden atmadan, kalplerimiz sükûnet bulmayacaktır. Gençlik verileni almayacaktır. Küçük loşlukların peşinden koşarken, yürek dolduran aydınlıkları kaçırıyoruz. Çünkü yüzeysel bir hayat yaşıyoruz.
Yolda karşılaştığınız bir tanıdığa; nereden gelip nereye gidiyorsun, diye sorarsınız değil mi? Bu sorunun cevabı sadece; İstanbul’dan geldim, Çanakkale Şehitliğine gidiyorum diyerek verilmez. Bu cevap doğru, ama eksik. Çünkü hayat bitmemiş, çıkış noktasından başlayıp, bitiş noktasına gelmeyen bir hayat yolculuğu var daha.
Çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa, olgunluktan ihtiyarlığa savruluyoruz. Bir memnuniyetsiz hastalığı sarmış içimizi. Verilen ilacı da reddediyor, kullanmıyoruz. Çılgınlık modasına kapılmış insan sürekli yokuşa sürülüyor. Kolay olanını göstermek istemeyenler, toplumu çaresizliğe düşürüp geleceğe sahip çıkmak istiyorlar. Ümitsiz olmayın, hak her zaman galiptir.
Bakıyoruz fakat görmüyoruz. Öğreniyoruz fakat yaşamıyoruz. Zihinsel bir karanlığa girmişiz. Aydınlandığımızı, çok şeyler anlayıp, yaptığımızı zannediyoruz fakat mutlu değiliz. Kalbimiz ve beynimiz nurlanmadan mutlu olamayacağız. Güneş batıp karanlık basınca, yaşam mahallerimizi değişik vasıtalarla aydınlatıyoruz. Güneş çıkınca hangisinin hükmü kalıyor? İç nurlanmadan dış nurlanmaz.