Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Cenâb-ı Hakka İmân eden, elbette Ona itaat edecek.
Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası;
bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
Bediüzzaman
Gerçek hangisi?
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Mevlid-i Şerifinizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Ve muvaffakiyetinizi ve Nurların fevkalâde tesirli intişarlarını sizlere müjde ediyoruz. Ve Nurcuları tebrik ediyoruz.
Saniyen: Bu mübarek gecede pek şiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: İstanbul'daki üniversiteciler Eski Said ile Yeni Said'in Tarihçe-i Hayatındaki harikaları yazmaları münasebetiyle iki fikir meydana gelmiş.
Birisi: Dostlarda, benim haddimden pek ziyade, fevkalâde bir nevi velâyet gibi bir hüsn-ü zan hasıl olmuş. Ve muârızlarda ve ehl-i felsefede de pek harika bir dehâ zannı ve hattâ bazılarında da kuvvetli bir sihir tevehhümüyle, haddimden bin derece ziyade bir tevehhüm hasıl olmuş. Ve bu mânâya dair çok yerlerde 'Bunun hakikati nedir? ' diye maddî ve mânevî izahı benden istenilmişti. Ben de bu geceki şiddetli ihtar için çok mukaddematlı bir hakikati beyan etmeye mecbur oldum.
Birinci mukaddeme: Nasıl ki bir çam ağacının buğday tanesi kadar bir çekirdeği, koca çam ağacına bir mebde' oluyor; kudret-i İlâhî o acip ağacı o çekirdekten halk ediyor. Milyondan ancak bir hisse o çekirdekte bulunurken, o çekirdek kader kalemiyle yazılan mânevî bir fihriste olmuş. Yoksa, bir köy kadar fabrikalar lâzımdır ki, o acip ağaç, dal ve budaklarıyla teşkil edilsin. İşte, azamet ve kudret-i İlâhînin bir delili de budur ki, bir zerreden dağ gibi şeyleri halk eder.
İşte, aynen bunun gibi, hiçbir mahviyet ve tevazu niyetiyle olmayarak, bütün kanaatimle ilân ediyorum ki, benim hizmetim ve sergüzeşte-i hayatım, bir nevi çekirdek hükmüne geçmiş. İnayet-i İlâhiye ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde' olmak için, Kur'ân'dan gelen ve meyvedar bir şecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiş. Ben bunu kasemle temin ediyorum ki, bütün hayatımda geçen o harikalardan dolayı ben kendimde kat'iyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevkalâdeliğe bir liyakat görmüyordum. Hayret hayret içinde kalıyordum. Değil fevkalâde bir dehâ veyahut fevkalâde bir velâyet, belki kendi kendimi idâre edecek ve hayat-ı içtimaiye ile münasebettar olacak bir kabiliyet görmüyordum. Gerçi zahiren hodfuruşluk gibi bazı hâlât hayatımda görünmüştü. O da ihtiyarım haricinde halkların hüsn-ü zannını tekzip etmemek için bir nevi hodfuruşluk gibi oluyordu. Fakat halkların hüsn-ü zannı gibi hakikatte olmadığımın hikmetini bilmediğimden ve dünyaya yaramadığımı, böyle bin derece haddimden fazla bir teveccühe mazhar olduğumu bütün bütün hilâf-ı hakikat telâkki ediyordum. Fakat Cenab-ı Hakka yüz bin şükür olsun ki, yetmiş seksen senelik hayatımın sonlarında onun hikmetini ihsan-ı İlâhiye ile bir derece bildik ve kısaca bir kısmına işaret edeceğim. Ve çok nümunelerinden bir kısım nümunelerini beyan ediyorum:
Birinci nümune: Medrese usulünce hiç olmazsa on beş sene tahsil-i ilim lâzım geliyor ki, hakaik-i diniye ve ulûm-u İslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Said'de, değil harika bir zekâ veya bir mânevî kuvvet, belki bütün istidat ve kabiliyetinin haricinde bir acip tarzla, bir iki sene sarf ve nahiv mebâdisini gördükten sonra, üç ayda acip bir tarzda kırk elli kitabı güya okumuş ve icâzet almış gibi bir hâlet göründü.
Bu hal altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi ki, o vaziyet ulûm-u imaniyeyi üç dört ayda, kısa bir zamanda ellere verebilecek bir tefsir-i Kur'ânî çıkacak ve o biçare Said de onun hizmetinde bulunacak işaretiyle, hem bir zaman gelecek ki, değil on beş sene belki bir sene de ulûm-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamana bir nevi işaret-i gaybiye gibi mânâlar hatıra geliyor.
Lügatçe;
velâyet: velilik-hüsn-ü zan: güzel düşünce-muârız: karşı gelen, muhalefet eden-dehâ: olağanüstü zekâ ve akıl-tevehhüm: sanma, zannetme-mukaddematlı: yazıya başlangıçlar-mebde': temel, başlangıç-fihriste: bir şeyin ana özelliklerinin sıralandığı liste, program-azamet ve kudret-i İlâhî: Cenab- Hakkın büüyüklüğü ve kudreti-mahviyet: tevazu, alçakgönüllülük-tevazu: alçakgönüllülük-şecere-i âliye: büyük, yüce ağaç-kasem: yemin-hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat-hodfuruşluk: kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek-teveccüh: ilgi, yönelme-hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı-hakaik-i diniye: dine ait gerçekler, esaslar-ulûm-u İslâmiye: İslâm ilimleri-sarf ve nahiv mebâdisi: Arapça dilbilgisi ve gramer başlangıcı.
Elimden gelseydi bilfiil, gelmediği için binniyet, bittasavvur, bilhayal, bütün mahlûkat dilleriyle dedim
Hem insaniyeti verdi. O insaniyetle o nimet-i vücud mânevî ve maddî âlemlerde inkişaf ederek insana mahsus duygularla o geniş sofralardan istifade yolunu açtı.
Hem İslâmiyeti bana ihsan etti. O İslâmiyetle o nimet-i vücud âlem-i gayb ve şehadet kadar genişlendi.
Hem iman-ı tahkikîyi in'am etti. O imanla o nimet-i vücud, dünya ve âhireti içine aldı.
Hem o imanda mârifet ve muhabbetini verdi. Ve mârifet ve muhabbetle o nimet-i vücud içinde daire-i mümkinattan âlem-i vücuba ve daire-i esmâ-i İlâhiyeye kadar hamd-ü senâ ile istifade için ellerini uzatabilir bir mertebe ihsan etti.
Hem hususî olarak bir ilm-i Kur'anî ve hikmet-i imaniye verdi. Ve o ihsanıyla çok mahlûkat üstüne bir tefevvuk verdi.
Ve sâbık noktalar gibi çok cihetlerle öyle bir câmiiyet vermiş ki, ehadiyetine ve samediyetine tam bir ayna ve küllî ve kudsî rububiyetine geniş ve küllî bir ubûdiyetle mukabele edebilen bir istidat vermiş. Ve enbiyalarla insanlara gönderdiği bütün mukaddes kitapların ve suhufların ve fermanların icmâıyla ve bütün enbiya ve evliya ve asfiyanın ittifakıyla bu bendeki bulunan emaneti ve hediyesi ve atiyesi olan vücudumu ve hayatımı ve nefsimi -âyet-i Kur'aniyenin nassıyla- benden satın alıyor. Tâ ki, elimde faydasız zayi olmasın. Ve iade etmek üzere muhafaza edip satmak pahasına saadet-i ebediyeyi ve Cenneti vereceğini katî bir surette çok tekrarla vaad ve ahdettiğini ilmelyakîn ve tam İmân ile anladım.
Ve böyle hadsiz hayvanat ve nebatatın yüz binler nevilerinin ve çeşitlerinin suretlerini, Fettah ismiyle, mahdut ve müteşabih katrelerden ve habbelerden gayet kolay ve çabuk ve mükemmel açan ve insana sabıkan beyan ettiğimiz gibi hayret verici bu kadar ehemmiyet veren ve rububiyetin ehemmiyetli işlerine medar yapan bir Zât-ı Zülcelâlve'l-İkram olan Rabbim var olduğunu ve gelecek baharın icadı gibi kolay ve katî ve muhakkak bir surette haşri icad ve Cenneti ihsan ve saadet-i ebediyeyi halk edeceğini bu âyet-i Hasbiyeden ders aldım. Elimden gelseydi bilfiil ve gelmediği için binniyet, bittasavvur, bilhayal, bütün mahlûkat dilleriyle dedim ve ebedü'l-âbidîn daima tekrar etmek istiyorum.
Lügatçe;
nimet-i vücud: Var olma nimeti-âlem-i gayb ve şehadet: Maddi duyu organlarımızla idrak edebildiğimiz ve edemediğimiz alemler-iman-ı tahkikî: İnandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz îmân, şuurlu ve tahkiki îmân-mârifet: Allah`ı ilim ve fenlerle bilme-daire-i mümkinat: Kâinât, imkân âlemi, varlığı ve yokluğu eşit olup var veya yok olmak için Allah`ın tercihine muhtaç olan yaratıklar dâiresi. (Allah`ın dışında herşey dâire-i mümkinâttandır.) -âlem-i vücub: Allah`ın zât, sıfat ve isimlerini ifâde eden âlem-tefevvuk: Üstünlük-câmiiyet: Çok şeyi birden ihtiva etmek, kapsayıcılık-ehadiyet: Allah`ın yarattığı herşeyin yanında Zâtıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bulunarak birliğini göstermesi-samediyet: Herşey, Cenâb-ı Hakk`a muhtaç olduğu hâlde, Onun hiçbirşeye ihtiyacının olmaması-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-icmâ: Fikir ve söz birliği-mahdut: Sınırlandırılmış-müteşabih: Birbirine benzeyenler.