Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Ey ehl-i iman!
Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız.
İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı
('Mü'minler ancak kardeştirler.' Hucurat Sûresi: 49:10.)
kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz.
Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Bediüzzaman
Hayat nimeti varlığımı kâinat kadar genişletiyor
Sonra (Bize yeter..) daki (Biz) da bulunan eneye, yani nefsime baktım, gördüm ki: Hayvanat içinde beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalp, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalp ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş.
Hem kemâl-i intizamla bu kadar hassas duyguları ve hissiyatları ve gayet muntazam bu mânevî lâtifeleri ve Bâtınî hâsseleri bu cismimde derc etmekle beraber, gayet sanatlı bu cihazatı ve cevârihi ve hayat-ı insaniyece gayet lüzumlu ve mükemmel bu kadar âzâ ve âletleri bu vücudumda kemâl-i hikmetle yaratmış. Tâ ki, nimetlerinin bütün nevilerini ve umum çeşitlerini bana tattırsın ve ihsas etsin ve hadsiz tecelliyat-ı esmasının ayrı ayrı zuhurlarını o duygular ve hissiyatla ve hassasiyetle bana bildirsin, zevk ettirsin ve bu ehemmiyetsiz görünen hakir ve fakir vücûdumu, her müminin vücudu gibi kâinata bir güzel takvim ve rûznâme ve âlem-i ekbere muhtasar bir nüsha-i enver ve şu dünyaya bir misal-i musağğar ve masnuatına bir mucize-i azhar ve nimetlerinin her nevine talip bir müşteri ve medar; ve rububiyetinin kanunlarına ve icraat tellerine santral gibi bir mazhar ve hikmet ve rahmet atiyyelerine ve çiçeklerine numune bahçesi gibi bir liste, bir fihriste ve hitabât-ı Sübhâniyesine anlayışlı bir muhatap yaratmış olmakla beraber, en büyük bir nimet olan vücudu, bu vücudumda büyütmek ve çoğaltmak için hayatı verdi. Ve o hayatla o nimet-i vücudum âlem-i şehadet kadar inbisat edebiliyor.
Lügatçe;
ene: Ben, benlik-Hayvanat: canlılar-mucizâne: Mucizeliğe yakışır bir şekilde-dimağ: İnsan belleği, beyni-iddihar: depolamak-atiyye: Lütuf ve ihsan-mizancık: Ölçücük-kemâl-i intizam: Tam düzen, mükemmel intizam-Bâtınî hâsse: Manevî duyu organları, hisler-tecelliyat-ı esma: İsimlerin tecellîleri, görüntüleri-zuhur: Ortaya çıkma, meydana çıkma-takvim: En güzel biçime koyma-rûznâme: Günlük-âlem-i ekber: Büyük âlem, kâinat-muhtasar: Kısaltılmış, özet-nüsha-i enver: Çok nurlu suret, nüsha-misal-i musağğar: Küçültülmüş örnek, nümûne; birşeyin bütün özelliklerini taşıyan, ondan daha küçük olan örneği-masnuat: Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar-mucize-i azhar: Çok açık mucize-medar: Sebep, vâsıta, vesîle-hitabât-ı Sübhâniye: Allah`ın, kusursuz ve noksansız konuşması-vücud: Mevcut olma. Var olmak-nimet-i vücud: varolma nimeti-âlem-i şehadet: gözle görülen âlem, dünya, kâinât-inbisat: Genişleme, yayılma.
Kadınları kimler yanlış yollara sevkediyor?
Bu sene inzivâda iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. 'Eyvah! ' dedim. 'İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevî cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış? ' dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma katiyen beyan ediyorum ki:
Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. Rusya'da o biçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risale-i Nur'un bir parçasında denilmiş ki:
Aklı başında olan bir adam, refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli; tâ ki, o biçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refikası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refika değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refika-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refakatten sonra ebedî bir müfarakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem Risale-i Nur'un bir cüz'ünde denilmiş ki: Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır. Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder. Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.
Lügatçe;
inzivâ: Yalnız başına bir yere çekilip, dünya işleriyle uğraşmamak-tahassungâh: Sağlam korunulacak yer. Sağlam sığınak-refika: Eş, arkadaş-hüsn-ü cemâl: Yüz güzelliği-hüsn-ü sîret: Hâl, gidiş, hareket ve ahlâk güzelliği, iç güzellik-müfarakat: Ayrılmalar, ayrılıklar-fısk: Günâh; Allah`ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.