MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 07.01.2013 01:07
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

('Ey insanlar! Rabbinize kulluk ediniz' Bakara Sûresi: 21)
İbâdet ne büyük bir ticaret ve saadet; fısk ve sefâhet ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:
Bir vakit, iki asker, uzak bir şehre gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler. Tâ yol ikileşir. Bir adam orada bulunur. Onlara der:
'Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaati olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki; intizamsız, hükümetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider. Zâhirî bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizam-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî hulâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûp edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur.'
O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra, şu bahtiyar nefer sağa gider. Bir batman ağırlığı omzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise, askerliği bırakır. Nizâma tâbi olmak istemez. Sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur. Fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her hâdiseden titrer bir sûrette gider. Tâ mahall-i maksûda yetişir. Orada, âsi ve kaçak cezasını görür.
Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhâfaza eden ve sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek, rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Tâ, o matlûb şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir nâmuslu askere münâsip bir mükâfat görür.
İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki, o iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlâhî, birisi de âsi ve hevâya tâbi insanlardır. O yol ise, hayat yoludur ki, âlem-i ervâhtan gelip, kabirden geçer, âhirete gider. O çanta ve silâh ise ibâdet ve takvâdır. İbâdetin, çendan, zahirî bir ağırlığı var. Fakat, mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez.
Lügatçe;
fısk: Günâh; Allah`ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak-sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük-hasâret: Zarar etme, ziyan, kayıp-helâket: Mahvolma, yok olma, felâket-hiffet: Hafiflik-mugaddî: Gıdâ verici, besleyici-adüvv: Düşman-kıyye: Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü (1282 gr.) -mîrî: Devlet malı-muarrif: Târif eden, açıklayan-havf: Korku-nefs-i serkeş: İsyan eden, başıbozuk nefis-mutî-i kanun-u İlâhî: İlâhî kanuna itaat eden, uyan-hevâ: Gelip geçici istek, heves, nefsin arzusu-âlem-i ervâh: Ruhlar alemi.

Bu âyet-i uzmânın sırrıyla, insanın bu dünyaya gön­de­rilmesinin hikmeti ve gayesi Hâlık-ı Kâinatı tanımak ve Ona iman edip ibadet et­mektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zim­meti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vü­cudunu ve vahdetini tasdik etmek­tir.» (Şualar sh: 100)
2- «Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört ha­vassı olan “irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye” herbiri­nin bir gayetü’l-gayâtı var:
İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, mu­habbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetul­lahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazam­mun eder. Şeriat, şunları hem ten­miye, hem tehzip, hem bu gaye­tü’l-gayâta sevk eder.» (Hutbe-i Şamiye sh: 136)
3- «Hakikat ilmini, hakikî hikmeti ister­sen, Cenâb-ı Hakkın marifetini kazan. Çünkü, bütün hakaik-ı mev­cudat, ism-i Hakkın şuââtı ve esmâ­sının tezâhürâtı ve sıfâ­tının tecelliyâ­tıdırlar. Maddî ve mânevî, cevherî-arazî, herbir şeyin, herbir insa­nın ha­kikati, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatine isti­nad ederler. Yoksa, hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir suret­tir.» (Sözler sh: 473)
4- «Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce ne­ticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşe­riyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en par­lak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi se­vinç, o muhabbetullah için­deki lezzet-i ruhaniyedir.» (Mektubat sh: 222)
Yalancılık, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir
Bütün hayatımdaki tahkikatımla ve hayat-ı ictimaiyenin çalkamasıyla, hülâsa ve zübdesi bana kat’î bildirmiş ki: Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı ictimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihyâ edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.
Evet sıdk ve doğruluk İslâmiyetin hayat-ı ictimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nev’i yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Hâlbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış. HAŞİYE
HAŞİYE: Ey kardeşlerim! Kırk beş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaşılıyor ki, o Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır. Fakat sakın zannetmeyiniz ki, o, dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ, belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: “Dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim.” Evet, o zamanda kırk-elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeye teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyetin hakaikine bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çalışmış. Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garplılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyaset i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir. Hatta, Eski Said o çeşit siyaset tarafgirliğinden gördü ki: Bir sâlih âlim, kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münâfıkı hararetle senâ etti ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik etti. Eski Said ona dedi: “Birşeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lânet edeceksin.” Bunun için, Eski Said (Şeytan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) ” dedi. Ve otuz beş seneden beri siyaseti terk etti.
Lügatçe;
tahkikat: bir mesele üzerinde yapılan araştırmalar, soruşturmalar-hayat-ı ictimaiye: sosyal hayat-hülâsa ve zübde: öz ve iç, bir şeyin en değerli kısmı-Sıdk: doğruluk-üssü’l-esas: temel taşı; en temel özellik-ulvî seciye: yüksek karekter-rabıta: bağ-hissiyat-ı ulviye: yüce duygular-mizac: huy; belirgin özellik-ukde-i hayatiye: hayat düğümü; hayatın çekirdeği, odak noktası-tasannu: yapmacık harekette bulunmak, birşeyi zorla daha iyi göstermeye çalışmak-Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah-Küfür: inanmama, Allah’ın bildirdiklerini inkâr etme-envâ: türler-kizb: yalan-kemâlât: güzel ve üstün özellikler.