Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise herşey dosttur.
Yârân istersen Kur'ân yeter. Evet, ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.
Mal istersen kanaat yeter. Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.
Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.
Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.
Bediüzzaman
hubb-u dünya: dünya sevgisi
Tesbih, tahmid ve tekbir'e götüren haller
İ'lem eyyühe'l-aziz! Sübhanallah, Elhamdü lillah, Allahu ekber -bu üç mukaddes cümlenin faydalarını ve mahall-i istimallerini dinle:
1.Kalbinde hayat bulunan bir insan, kâinata, âleme bakarken, idrâkinden âciz, bilhassa şu boşlukta yapılan İlâhî manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşetengiz vaziyetleri, ancak Sübhanallah cümlesinden nebean eden mâ-i zülâli içmekle o hayret ateşi söner.
2. Aynı o insan, gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle, hamd ünvanı altında in'âmı Mün'imde ve Mün'imi in'amda görmekle idame-i nimet ve tezyid-i lezzet talebinde bulunarak, Elhamdü lillâh cümlesiyle nîmetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.
3. Aynı o insan, mahlûkat-ı acibe ve harekât-ı garîbeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, Allahü ekber demekle rahat bulur. Yani, Hâlıkı daha azîm ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir.
Lügatçe;
mahall-i istimal: Kullanılan yer-nebean: Kaynayıp yerden çıkmak, fışkırmak-mâ-i zülâl: Tatlı ve berrak su-in'âm: Nîmet vermek, ihsan etmek-Mün'im: Nîmet veren-idame-i nimet: Nimetin devam etmesi-tezyid-i lezzet: Lezzetin artması, çoğalması-mahlûkat-ı acibe: Çok hârika, hayret verici, şaşılacak mükemmelikte olan yaratılmışlar-harekât-ı garîbe: Hayret verici hareketler.
İşte kurtulmanın çaresi:
Sual: Niçin böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları kâinatın hiddetini celb ediyor?
Elcevap: Bazı risalelerde ve sabık işaretlerde ispat edildiği gibi, küfür ve dalâlet, müthiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünkü hilkat-i kâinatın bir netice-i âzamı, ubudiyet-i insaniyedir ve Rububiyet-i İlâhiyeye karşı İmân ve itaatle mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın aynalarında cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini aynadarlık cihetinde âli eden esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esmâ-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile, o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbânî derecesinde iken, küfür vasıtasıyla sukût ettirip, câmid, fâni, mânâsız bir mahlûk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlûkatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
İşte, envâ-ı dalâlet, derecâtına göre az çok kâinatın yaratılmasındaki hikmet-i Rabbâniyeye ve dünyanın bekasındaki makasıd-ı Sübhâniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'ân-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'ân'ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnet-i seniyyesine ittibâdır. Gir ve tâbi ol.
Lügatçe;
hilkat-i kâinat: Kâinatın yaratılışı-netice-i âzam: En büyük netice-ubudiyet-i insaniye: İnsanın kulluğu-Rububiyet-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-ille-i gaye: Varılmak istenen gaye, maksat ve netice-netice-i âzam: büyük netice-masnuat: Sanatla yapılmış olan eserler, varlıklar-âli: Yüce, yüksek-tezyif: küçük düşürme, küçük görme, alaya alma-tenzil: Kıymetten düşürme, hiçe indirme-tahkir-i azîm: Büyük bir hakaret, aşağılama-vazife-i âliye: yüce vazife, görev-sukût: düşüş, alçalış-câmid: Cansız, durgun, donmuş-envâ-ı dalâlet: Yoldan sapmanın her çeşidi-cirmi: maddi yapı-cürm: suç, günah-mübelliğ: tebliğ eden, bildiren-ittibâ: uyma, arkasından gitme.