MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 05.01.2013 02:19
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Herkes “nefsî, nefsî” derken, O (a.s.m.) “ümmetî, ümmetî” diyor
Rivayet-i sahiha ile, mahşerin dehşetinden herkes, hattâ enbiya dahi “nefsî, nefsî” dedikleri zaman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “ümmetî, ümmetî” diye refet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi onun münâcâtından “ümmetî, ümmetî” işitmiş. Hem bütün tarih-i hayatı ve neşrettiği şefkatkârâne mekârim-i ahlâk, kemâl-i şefkat ve refetini gösterdiği gibi, ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermekle, ümmetinin bütün saadetleriyle kemâl-i şefkatinden alâkadar olduğunu göstermekle hadsiz bir şefkatini göstermiş.

İşte bu derece şefkatli ve merhametli bir rehberin sünnet-i seniyyesine müraat etmemek ne derece nankörlük ve vicdansızlık olduğunu kıyas eyle.

Lügatçe;
Rivayet-i sahiha: sağlam ve doğru olarak aktarılan haber-enbiya: peygamberler-refet: esirgeme, koruma, acıma-ehl-i keşf: mâneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözlemleme seviyesine ulaşmış insanlar-münâcât: Allah’a yalvarış, dua-şefkatkârâne: şefkat dolu-mekârim-i ahlâk: ahlâkın en güzel ve üstün olanı-kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat-sünnet-i seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler-müraat: riayet etmek, uymak.

Size iki şey bırakıyorum; : biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim
(akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbet) âyetinin bir kavle göre mânâsı: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez; yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor.”
Eğer denilse: “Bu mânâya göre, karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki, (“Allah katında en şerefliniz, en ziyade takvâ sahibi olanınızdır.” Hucurat Sûresi, 49:13) sırrına binaen, karâbet i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor.”
Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âli Beytten çıkacak. Teşehhüddeki, ümmetin âl hakkındaki duası ki,
(Allahım! Tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin herşeyden nihayetsiz derecede yüksektir)
dir, makbul olacağını keşfetmiş.
Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.) , vezâif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi, aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, (“De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir.” Şûrâ Sûresi, 42:23) demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.
Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş:
“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.
İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.
Lügatçe;
vazife-i risalet: peygamberlik görevi-Âl-i Beyt: Peygamber Efendimizin sülalesi, mübarek soyu-meveddet: sevgi-karâbet-i nesliye: soy yakınlığı, akrabalık-kurbiyet-i İlâhiye: Allah’a yakınlık-gayb-âşinâ: gaybı bilen, görünmeyenlerden haberi olan-şecere-i nuraniye: nurlu ağaç, nurlu soy-tabakat: tabakalar, insanların muhtelif sınıfları-kemâlât-ı insaniye: insana ait mükemmellikler-Teşehhüd: namazda her iki rekâtın sonunda oturulan bölüm-âl: Peygamber Efendimizin sülalesi, mübarek soyu-millet-i İbrahimiye: İbrahim milleti; Hz. İbrahim’in dinini kabul edenler-enbiya: nebiler, peygamberler-vezâif-i azîme-i İslâmiyet: İslâmın büyük görevi-turuk: yollar, taikatlar-mesâlik: meslekler, tutulan yollar-enbiya-yı Benî İsrail: İsrailoğullarına gönderilen peygamberler-aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) neslinden gelen ve bulunduğu yerde veya memleketteki evliyanın başı hükmünde olan büyük veliler-teyid: doğrulama-mükerrer: tekrarlanan-temessük etme: sarılma, tutunma-necat bulma: kurtulma-menba: kaynak-iltizam: sıkıca sarılma-mükellef: yükümlü-ittibâ: uyma-hakikat-i hadîsiye: hadis-i şerifle vurgulanan hakikat.

Meşveret üzerine bazı notlar

* Her insan tek başına fikrinde hata yapabilir. Meşveret ise insanların fikirlerinden müteşekkildir. Bunun için meşveret yapan insanların hata yapma oranı azalır.

* Peygamberimiz (asm) hayatıyla meşvereti emretmiştir: “Kim bir iş yapmayı ister ve o hususta istişare edip uygularsa işlerin en doğrusunu bulmuş olur. Allah kendilerine en doğru olanı bildirir.”

* Mü’minlerin Medine’ye hicreti, Akabe denilen yerde Mekkeli ve Medineli Müslümanlar ile istişareden sonra kabul edilmiştir.

* Peygamberimize (asm) yapılacak minber inşâsına meşveret sonucu karar verilmiştir.

* Peygamberimizin (asm) , karşı devlet başkanlarına göndereceği mektuplar için mühür hazırlanmasına meşveretle karar verilmiştir.

* Bediüzzaman’ın görüşleri ışığında anlıyoruz ki, Hulefa-i Râşidîn meşveret yolu ile tercih edilmişlerdir.

* Bediüzzaman getireceği güzel sonuçlardan dolayı “kıtaların meşveretinden” söz etmiş, yani meşveret sistemi genişledikçe her tür sorunun azalacağını söylemiştir.

* Bediüzzaman’ın hürriyet ile meşvereti ayrılmaz bir bütün olarak ele aldığı görülmüştür.

* Meşveret hür insanların yapabilecekleri bir faaliyettir. Ancak hürriyeti imanın bir özelliği olarak idrak edip yaşama bilincinde olmak gerekir. Aczini ve farkını anlayan bir insan işlerinde doğruya ulaşabilmek için diğer fikirlerle müşâvere etmeye ihtiyaç duyar.

* Kibirli bir insan tahakküm içindeki aczini ve farkını bilmediğinden, faaliyetlerini enesine dayandırır. Müşavereye ihtiyaç duymaz ve bundan kaynaklanarak hatalarla hayatını devam ettirmeye çalışır.

* Meşveret insana hürriyetini kazandırır. Meşveret yoluyla insan iradesini kullanmaya başlar. Başkalarının iradesinin tahakkümü altnda kalmaktan kendisini korur. Meşveret sistemini uygulayan biri ise iradelerden doğan fikirlere danışır ve tam bir hürriyet-i medeniye ortamı oluşturur

* Adalet yerine zulüm eden, Allah’a karşı vazifesini ifade edemeyen ve meşvereti terk eden bir insanın Allah’a yakın olması müşkül hale gelir. Bundan dolayıdır ki Bediüzzaman hürriyetle Allah’a olan vazifeyi doğru orantılı görür. Yani hürriyet ne kadar kıymet bulursa Allah’a yakınlık o kadar artar.

* Bediüzzaman, meşrûtiyetin mânâsında mündemiç olan meşveretin Şeriata aykırı hükümlere varabileceğini iddia edenlere ise şu cevabı verir: “Eğer meşveret şeriattan bir parmak müfarakat etse, eski hâl yüz arşın ayrılmıştır.” Zaten “Meşverette hüküm ekserindir.” Ekser Müslüman ise meşveretin sonucu Allah’ın rızasına uygun demektir.

* Meşveretin vazgeçilmezleri içerisinde adalet ilim ve işin icap ettirdiği olgunluk, kabiliyet gibi şartlar vardır.

* Her ibadette olduğu gibi meşverette de amaç rıza-ı İlâhî olmalıdır.

* Rüya ve mânevî âlemlerin ilhamı, hiçbir zaman meşverete tercih edilen bir unsur olamaz. Bu gibi haller delil olarak meşverete getirilmez.

* Meşverette takip edilecek esasların dinin malûm kaynaklarından alınması gerekir. Fikirler bu kaynakların çerçevesine dahil olmalıdır.

* Meşverette tam bir hürriyet ortamı olmalıdır. Görüşler hiçbir tahakküm altında kalmadan söylenmelidir.

* Meşveretsiz karar vermemeliyiz. Çünkü meşvereti emreden âyettir. Unutmamalıyızki meşveretin hüküm sürdüğü yerde şüphelerin hükümleri olamaz.