Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kırık bir tahta parçası üzerindeki
fakir ve kalbi kırık bir mâsumun duası hürmetine,
denizin fırtınası, şiddeti, hiddeti inmeye başlar.
Bediüzzaman
Namazı, vaktin evvelinde ve Kâbe’yi hayalen nazara alarak kılmalı
Arkadaş! Vaktin evvelinde, Kâbe’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak mendubdur ki, birbirine giren daireler gibi Beytin etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyti ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâmı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmâya dahil olsun ki, o cemaatin icmâ ve tevatürü, onun namazda söylediği her dâvâya ve herbir sözüne bir hüccet ve bir burhan olsun.
Meselâ: Namaz kılan (elhmdülillâh) dediği zaman, sanki o cemâat-i uzmâyı teşkil eden bütün mü’minler “Evet, doğru söyledin” diye onun o sözünü tasdik ediyorlar. Ve bu tasdikler, hücum eden evham ve vesveselere karşı mânevî bir kalkan vazifesini görür. Ve aynı zamanda, bütün hasseleri, lâtifeleri, duyguları o namazdan zevk ve hisselerini alırlar. Yalnız musallînin Kâbe’ye olan şu hayalî nazarı, kasdî değil, tebeî bir şuurdan ibaret bulunmalıdır.
Lügatçe;
mendub: dinen yapılması emredilmese de, güzel görülen davranış-Beyt: ev, Allah'ın evi, Kâbe-ihata: kuşatma-cemaat-ı uzmâ: büyük cemaat-icmâ: fikir birliği-tevatür: güvenilir insanların birbirlerine anlatarak getirdikleri kesin haber-hüccet: kanıt, delil-burhan: güçlü ve sarsılmaz delil-evham: asılsız kuruntu ve şüpheler-vesvese: şüphe, tereddüt-hasse: hisler, duygular-musallî: namaz kılan-tebeî: dolaylı.
Türkçülük sahtekârlık ve Türk düşmanlığıdır!
Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlûp olduğunuz zaman kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta olduğu, hak kuvvette olmadığı sırrıyla, dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur'âniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecektir!
Hem size bunu da haber veriyorum ki, değil sizler gibi mahdut, mânen millet nazarında menfur bir kısım adamlar, belki binler sizler gibi bana maddî düşmanlık etseler, ehemmiyet vermeyeceğim ve bir kısım muzır hayvânattan fazla kıymet vermeyeceğim. Çünkü bana karşı ne yapacaksınız?
Yapacağınız iş, ya hayatıma hâtime çekmekle veya hizmetimi bozmak suretiyle olur. Bu iki şeyden başka dünyada alâkam yok.
Hayatın başına gelen ecel ise, şuhud derecesinde katî İmân etmişim ki, tagayyür etmiyor, mukadderdir. Madem böyledir; hak yolunda şehadetle ölsem, çekinmek değil, iştiyakla bekliyorum. Bahusus ben ihtiyar oldum; bir seneden fazla yaşamayı zor düşünüyorum. Zâhirî bir sene ömrü, şehadet vasıtasıyla kazanılan hadsiz bir ömr-ü bâkiye tebdil etmek, benim gibilerin en Âli bir maksadı, bir gayesi olur.
Amma hizmet ise, felillâhilhamd, hizmet-i Kur'âniye ve imaniyede Cenâb-ı Hak rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki, vefatımla, o hizmet, bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.
Lügatçe;
mahdut: Sınırlı, az sayıda-menfur: Nefret edilen, tiksinilen-şuhud: Görme, şahid olma-tagayyür: Değişme-mukadder: Allah tarafından tâyin ve takdir olunmuş olan; miktarı ve kıymeti biçilmiş olan-iştiyak: Kuvvetli istek-tebdil: Değiştirme.