Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Evet, bin üç yüz elli sene saltanat süren ve saltanatı devam eden
ve ekser zamanda üç yüz elli milyondan ziyâde raiyyeti bulunan
ve hergün bütün raiyyeti onunla tecdid-i bîat eden
ve onun kemâlâtına şehâdet eden ve kemâl-i itaatle evâmirine inkıyad eden;
ve arzın nısfı ve nev-i beşerin humsu o zâtın sıbgı ile sıbgalansa,
yani mânevî rengiyle renklense
ve o zât onların mahbub-u kulûbu ve mürebbî-i ervâhı olsa,
elbette o zât, şu kâinatta tasarruf eden Rabbin en büyük abdidir.
Bediüzzaman
tecdid-i biat: bağlılığını yenileme
evamir: emirler
sıbg: boya
mahbub-u kulub: kalplerin sevgilisi
mürebbî-i ervah: ruhları terbiye eden
abd: kul
Türkçülük sahtekârlık ve Türk düşmanlığıdır!
Evet, lillâhilhamd, Kur'ân-ı Hakîmin maden-i envârından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar taifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastaların tiryak gibi en nâfi ilâçları, eczahane-i kudsiye-i Kur'âniyede gösteriliyor. Ve ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve idam kapısı olmadığı, o envâr-ı Kur'âniye ile gösterildi. Ve çocukların nazik kalblerinde hadsiz mesâib ve muzır eşyaya karşı gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmâl ve arzularına medar bir nokta-i istimdat, Kur'ân-ı Hakîmin madeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi. Ve fukaralar ve zuafalar kısmını en ziyade ezen ve müteessir eden hayatın ağır tekâlifi, Kur'ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesiyle hafifleştirildi. İşte bu beş taife-ki, Türk milletinin altı kısmından beş kısmıdır-menfaatlerine çalışıyoruz.
Altıncı kısım ki gençlerdir; onların iyilerine karşı ciddî uhuvvetimiz var, senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok. Çünkü ilhâda giren ve Türkün hakikî bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz. Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların dâvâlarını tekzib ediyor.
İşte, ey frenkmeşrepler ve propagandanızla hakikî kardeşlerimi benden soğutmaya çalışan mülhidler! Bu millete menfaatiniz nedir? Birinci taife olan ehl-i takvâ ve salâhatin nurunu söndürüyorsunuz. Merhamete ve tımar etmeye şâyan ikinci taifesinin yaralarına zehir serpiyorsunuz. Ve hürmete çok lâyık olan üçüncü taifenin tesellisini kırıyorsunuz, ye's-i mutlaka atıyorsunuz. Ve şefkate çok muhtaç olan dördüncü taifenin bütün bütün kuvve-i mâneviyesini kırıyorsunuz ve hakikî insaniyetini söndürüyorsunuz. Ve muavenet ve yardıma ve teselliye çok muhtaç olan beşinci taifenin ümitlerini, istimdadlarını akîm bırakıp, onların nazarında hayatı mevtten daha ziyade dehşetli bir surete çeviriyorsunuz. İkaza ve ayılmaya çok muhtaç olan altıncı taifesine, gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki, o şarabın humârı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı feda ediyorsunuz? O Türkçülük menfaati, Türklere bu suretle midir? Yüz bin defa el'iyâzü billâh!
Lügatçe;
maden-i envâr: Nur Kaynağı-iktibas: İstifâde sûretiyle alma. Alıntı-âsâr: Eserler, kitaplar-zuafa: Zayıflar, güçsüzler-tekâlif: Yükler, sorumluluklar-uhuvvet: Kardeşlik, din kardeşliği, samîmi dostluk-mülhid: Dinsiz-ilhâd: Dinsizlik-mefâhir-i milliye: Millî şerefler, milletçe iftihâr edilecek şeyler-frenk: Avrupalı-tekzib: Yalanlama-frenkmeşrep: Avrupayı taklit edip onlar gibi yaşayan-ye's-i mutlak: Mutlak ümitsizlik-istimdad: Medet ve yardım istemek-mevt: Ölüm-hamiyet-i milliye: Milletin hak, hukuk ve nâmusunu koruma konusunda gösterilen gayret ve titizlik.
Seyyid Ahmed Er Rufaî
ALLAH'A SIĞIN
‘O sana yeter’
Kadere rıza mertebesinde bir İmam
Bir zalim sana tasallut ettiği, sen de onu savuşturmaktan aciz kaldığın zaman, bil ki işte, o anda sen, ciddi bir şekilde Allah’a iltica ile karşı karşıya bulunmaktasın. Bu durumda kalbini, bütün varlığı ile O’nun gayrından ayır. Muradını onun kapısına arz et. Meseleyi ona bırak. Göreceksin ki sana imdat gelecek ve hiç hatırına gelmeyen yardımı sana yapacaktır. Bu netice, teslimin sırrıdır. Allah’a ilticanın doğruludur.
Eğer himmetin, kadere rıza mertebesine ulaşmışsa yani, kendi gönül rızanla kadere razı olabilecek noktaya varmışsan, işte bu, en büyük kurtuluş mertebesidir. Hem de hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen kurtuluş mertebesi. Nitekim (Allah’ın selamı ve rızası onun üzerine olsun) İmam Musa Kazım için bu mertebe hâsıl olmuştu.
Allah onu bağışlasın; vaktiyle Harun Reşid, mahkeme edilmek üzere kendisini tevkif etmiş ve elleri bağlı olarak Medine’den Bağdad’a götürüp orada hapse atmıştı. İmam, ölünceye kadar hapishanede kaldı. Oradan çıkarılmadı. Allah ondan razı olsun. Çıkarıldığı zaman ise zehirlenip öldürülmüştü. İmam, Allah’tan razı olarak vefat ettiği ana kadar bir dem bile kadere rıza kıblesinden ayrılmadı. “… Sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak kat kat verilir.” (Zümer; 10)
Sen, kendini tart. Eğer en yüksek mertebe olan ‘Kadere rıza mertebesine ulaşabileceksen ulaş. Aksi halde, ikinci mertebeye in. Oraya talip ol!
Allah’tan ümidini kesme!
İkinci mertebe, “Allah’a sıdk ile iltica (sığınma) mertebesi”dir. Eğer kendi tedbirine, kendi kuvvet ve kudretine, kısacası kendinin olan hiçbir şeye dayanmamak, güvenmemek ve itibar etmemek şartıyla sıdk-u sadakatle Allah’a iltica edersen, işte o zaman bu ikinci mertebeye erişmiş olursun. Şanı yüce olan Allah, senin irade ve tedbirinin üstünde, kendi yardımı ve kudreti ile sana istediği yardımı yapar. Yardımcı olarak Allah kâfidir.
Allah’a yöneldiğin ve O’na sığındığın zaman, bu yolda vesile olarak O’nun Habibi Muhammed sallallahu aleyhi veselleme sarıl. Ona, elinden geldiğince bol bol salât u selâm yolla. Onun güzel ahlakını kendine düstur edin. Allah’ın kapısında, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin sünneti ile amel ederek dur ve isteyeceğini, Allah’a güvenerek, O’ndan yardım talep ederek ve O’na mütevekkil olarak, yine O’ndan iste...
Bütün kapılar yüzüne kapandığı zaman, sen yine de Fettah olan Allah’tan bir kapının açılmasını bekle. Esasen, kullar her ne zaman bir yolu kapadıklarında, Allah onu mutlaka açar. Bunu, rubûbiyyetinin bir icabı olarak münferiden yapar. Uluhiyyetinin izzeti olarak yapar. Allah’ın, rubûbiyetinde tek, ulûhiyetinde de izzet sahibi oluşu, kulların kapadığı bir yolu açmayı gerektirir.
Öyle ise O’nun rahmetinden ümidini kesme. Yardımından ye’se düşme. Sana, Allah’a yönelmek gerek, Hakiki bir dost, veli, sahip olarak Allah kâfidir. Her halükârda tevfik, ancak ve yalnız Allah’dandır. O, noksan sıfatlardan münezzehtir, yücedir.
Hasetçilerin sana verdiği, kederi bırak. Zira onun, seni kıskanması sebebiyle kendisinin duçar olduğu keder, sana verdiği kederden daha büyüktür. Onu, kendi kendisine verdiği kederle baş başa bırak.
Ahmağı kendi hâline bırak. Senin onun hâline üzülmen, onun kendi nefsine üzülmesinden daha fazladır.
Akıl sahiplerinin meclisine devam et. Hikmeti nerede bulursan hemen al. Zira hiç şüphe yok ki, akıllı kişi, hikmeti bulduğu yerde hemen alır. Hem de hangi duvarda yazılmış olduğuna, hangi kişiden nakledilmiş bulunduğuna ve hangi kâfirden işitildiğine (bile) hiç aldırış etmeden alır...
Bu dünya, ibret almak için yaratılmıştır. Onda bulunan her şeyden ibret almak, aklın ta kendisidir. Öyleyse, akıl gücünü kullanarak, alınacak her şeyden ibret nasibini al. Gözünü ibret mahalline çevir…
Sakın Ha! Ehl-i dünyaya zinhar yaklaşma. Zira hiç şüphe yok ki, onlara yaklaşmak kalbi kasavetlendirir, karartır. Onlara yaltaklanıp tevazu göstermek ise Allah’ın gazabını mucib olur. Onlara tazim etmek, günahları arttırır.
Fakirlerin gönlünde yer edin…
Fakirleri kendine dost, arkadaş ve ahbap edin. Onlara tazim et. İşleriyle alâkalan. Birisi sana geldiği zaman, onu ayakta karşıla. Karşısında mütevazı davran, alçakgönüllü ol!
Fakirlere yaptığın iyilik ve hizmetler, onlarca makbule geçtiği zaman, kendilerinden hayır dua iste. Onların gönüllerinde kendin için bir yer, bir mevki hazırlamağa çalış. Zira şurası muhakkak ki (takva sahibi) fakir ve yoksulların gönülleri, ilâhî rahmetin mekân tuttuğu ve kudsî nazarın her an konakladığı yerlerdir...
Zihnini beşerî ahmaklıklardan, beşerî bönlüklerden temizle.
Bir kimsede hakkın bulunursa yahut senin üzerinde onun hakkı olursa hakkını verinceye kadar yahut senin, onun hakkını ödeyeceğin zamana kadar kendisini idare et, ona anlayış göster. Eğer mümkünse ve elinden geliyorsa onun üzerindeki hakkından vazgeç ve helâl et. Allah sana başka cihetlerden bedelini verir... İnsanlara karşı edepli ol. Zira insanlara karşı edepli olmak, Allah’a karşı edepli olmak demektir.
Ehl-i Beyt’i ve Ashab-ı Kiram’ı sev…
Bütün gücün ve varlığınla, benlik iddiandan, haseb ve nesebinle övünmekten ve aile efradınla böbürlenmekten tevbe et. Zira kim amel bakımından geri kalırsa onu, nesebi ve hasebi ileri götüremez.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin soyundan olanları ziyaret et. O’na yakınlığı bulunanlara tazimde bulun. Zira şurası muhakkak ki, Allah’ın Resulüne olan minnet borcumuz boyunlarımızda asılı durmaktadır. Şanı yüce olan Allah buyurur: “... De ki: ‘Ben bu tebliğime karşı, akrabalıkta sevgiden başka hiçbir mükâfat istemiyorum.” (Şûra; 23)
Rasûlullah’ın ashabının kâffesini, hulûsla ve kusursuz bir sevgi ile sev. Allah’ın rızası ve selâmı hepsinin üzerine olsun. Zira hiç şüphe yok ki onlar, hidayet kandilleridir, kendilerine tabi olunacak yıldızlardır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyururlar: “Sahabelerim, doğru yönü bulmaya yarayan yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz.” (Hâkim, Tirmizi)
Allah’tan kork! Allah’tan kork! Hikmetin başı Allah korkusudur. Sana Allah korkusu gerek. Zira Allah korkusu, bütün hayırların başıdır...