Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dar-ı teklif ve mücahededir.
Bediüzzaman
meydan-ı tecrübe ve imtihan: deneme ve imtihan meydanı
dar-ı teklif ve mücahede: sorumluluk ve mücadele yeri
Asıl irtica, inançsızların insanlığı götürmek istedikleri vahşet devirleridir
İkinci nokta: Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namına dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar. Beşerin selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî, şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:
Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.
Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaiflendiği için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî (“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” En’âm Sûresi, 6:164) nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.” Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle, esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.
Lügatçe;
Beşer: insan-bedevîlik: medeniyetten uzak yaşama, çölde yaşanan göçebelik-kanun-u esasî: temel kanun, Anayasa-sulh-ü umumî: genel barış, dünya barışı-Garazkârâne: kin güderek-anûdâne: inat ederek, inatçı bir şekilde-tevehhüm: zannedilme, sanılma-ittihad: birleşme, birlik-uhuvvet: kardeşlik-zîr ü zeber: alt üst, karma karışık, darmadağınık-muannid: inatçı, direnen-muarız: karşı gelen, karşıt-engizisyonâne: engizisyon zulmü gibi-mezkûr: adı geçen-nass-ı kat’î: kesin delil, Kur’ân-ı Kerim ve sahih hadisler gibi-düstur-u esasî: temel prensip, esas düstur-hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı-tahribat: yıkımlar-esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı.
Çocuklar madem ki insandırlar, elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak..
Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da, zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Hâlıkı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mes’udâne inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvâle karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler. Acaba, alâkaları pek az olduğu terakkiyât-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i mâneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz, sırf maddî, felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvânîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu firengî usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar. Elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı, kalblerinde iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa, divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları mânen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nev’inden, vahşiyâne bir gadirdir, bir zulümdür.
Lügatçe;
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah-inbisat: genişleme, yayılma-istidat: kabiliyet, yetenek-mes’udâne: mutlu bir şekilde-inkişaf: açığa çıkma-ehval: korkular-ahvâl: haller, davranışlar-tevekkül-ü imanî: îmandan gelen tevekkül, teslimiyet-terakkiyât-ı medeniye: teknolojik ilerlemeler-kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, moral gücü-cesed-i hayvânî: canlı beden, cesed, vücut-muvakkaten: geçici olarak-firengî: Batıya ait, Batıyla ilgili, avrupaî-dağdağa: sıkıntı, ıstırap-tevellüd: doğma, meydana gelme-nokta-i istinad: dayanak noktası-nokta-i istimdad: yardım alınacak merci, yer-iman-ı billâh: Allah’a iman-iman-ı bil’âhiret: ahirete iman-gadir: zulüm, haksızlık.