Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise,
bütün ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim.
Bin ruhum da olsa, Kur’ân’ın birtek meselesine hepsini feda etmeye hazırım
Bediüzzaman
meşrutiyet: Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi
istibdad: baskı ve zulüm
fırka: grup, parti
mürteci: geriye yönelmek isteyen, gerici
Âhirete iman ettiği halde, “Zaruret var” zannıyla haramlara giriyorlar
Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur’âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, “Zaruret var” diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.
Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:
“Biz şimdi mecburuz. (Zaruretler haramı helâl derecesine getirir) kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usullerini medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” dediler.
Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan gelse, kat’iyen doğru değildir; haramı helâl etmez. Su-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam su-i ihtiyarıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa, hüküm aleyhine câri olur, mâzur sayılmaz, ceza görür. Çünkü, su-i ihtiyarıyla bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczup çocuk cezbe halinde birisini vursa, mâzurdur. Ceza görmez. Çünkü ihtiyarı dahilinde değildir.”
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: “Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz. Kanun-u beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyar haricinde zaruret-i kat’iye ile, su-i ihtiyardan neş’et eden hükümleri ayırmıştır. Kanun-u İlâhîde ise, daha esaslı ve muhkem bir şekilde bu esaslar tefrik edilmiş.”
Lügatçe;
mimsiz medeniyet: Arapça’da medeniyet kelimesinin başındaki “mim” harfinin kalkmasıyla “aşağılık” anlamında kullanılan bir deyim-icabat: icaplar; gerekli kılınan şeyler-hâcât-ı zaruriye: zorunlu ihtiyaçlar-itiyad: alışkanlık-hâcat-ı gayr-ı zaruriye: zorunlu olmayan ihtiyaçlar-su-i ihtiyar: iradenin kötüye kullanımı-gayr-ı meşru: dine aykırı, helâl olmayan-tevellüd: doğma-medar: dayanak, sebep-Kanun-u beşerî: insanların koyduğu kanunlar-ihtiyar: seçme, tercih etme-zaruret-i kat’iye: kesin zorunluluk, mecburiyet.
Nur talabeleri saldırgana nasıl davranırlar?
Risale-i Nur şakirtleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar. Ve hakikî şakirtleri, en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecavüzüne karşı ona der:
“Ey bedbaht! Ben seni idam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum; sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa; ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi def ol! Seninle uğraşmam, ne yaparsan yap! ” der. O zâlim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, “Keşke kurtulsaydı” diyerek ıslahına çalışır.
Lügatçe;
hasm: düşman-idam-ı ebedî: dirilmemek üzere insanlığı kaybediş-süflî: alçak, aşağılık-elîm: acıklı, üzücü-terhis: göreve son verme.