MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 20.12.2012 08:37
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Anne-Baba Hukuku

'Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.' Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır.'(İsrâ Sûresi, 17/23-25 meali)
Dünyayı başıma ateş yapsanız,
hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem.
Bediüzzaman
Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk—çocuğu mesul olamaz”—işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”
Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir” deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım.
Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.
zındıka. dinsizler
Cennetten gelen kerpiç...
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hem lisan-ı hal, hem lisan-ı kal ile ve başka tezahüratlarla sorulan bir suale cevaptır.
Deniliyor ki: “Madem Risale-i Nur hem kerametlidir, hem tarikatlerden ziyade iman hakikatlerinin inkişafında terakki veriyor ve sadık şakirtleri kısmen bir cihette velâyet derecesindeler. Neden evliyalar gibi mânevî zevkler ve keşfiyatlara ve maddî kerametlere mazhariyetleri görülmüyor; hem onun talebeleri de öyle şeyler aramıyorlar? Bunun hikmeti nedir? ”
Elcevap:
Evvelâ: Sebebi, sırr-ı ihlâstır. Çünkü, dünyada muvakkat zevkler, kerametler tam nefsini mağlûp etmeyen insanlara bir maksat olup, uhrevî ameline bir sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i uhrevî ile dünyevî maksatlar, zevkler aranılmaz; aranılsa, sırr-ı ihlâsı bozar.
Saniyen: Kerametler, keşfiyatlar, tarikatta sülûk eden âmi ve yalnız imanı taklidî bulunan ve tahkik derecesine girmeyenlere, bazan zaif olanları takviye ve vesveseli şüphelilere kanaat vermek içindir. Halbuki Risale-i Nur’un imanî hakikatlerine gösterdiği hüccetler, hiçbir cihette vesveselere meydan vermediği gibi, kanaat vermek cihetinde kerametlere, keşfiyatlara hiç ihtiyaç bırakmıyor. Onun verdiği iman-ı tahkikî, keşfiyat, zevkler ve kerametlerin çok fevkinde olmasından, hakikî şakirtleri, öyle keramet gibi şeyleri aramıyorlar.
Salisen: Risale-i Nur’un bir esası, kusurunu bilmekle mahviyetkârane yalnız rıza-yı İlâhî için rekabetsiz hizmet etmektir. Halbuki keramet sahipleri ve keşfiyattan zevklenen ehl-i tarikatın mâbeynindeki ihtilâf ve bir nevi rekabet ve bu enaniyet zamanında, ehl-i gafletin nazarında, onlara sû-i zan edip, o mübarek zatları, benlik ve enaniyetle ittiham etmeleri gösteriyor ki, Risale-i Nur’un şakirtleri, şahsı için keramet ve keşfiyatlar istememek, peşinde koşmamak lâzım ve elzemdir.
Hem onun mesleğinde şahsa ehemmiyet verilmiyor. Şirket-i mâneviye ve kardeşler birbirinde tefâni noktasında Risale-i Nur’un mazhar olduğu binler keramet-i ilmiye ve intişar-ı hizmetteki teshilât ve çalışanların maişetindeki bereket gibi ikrâmât-ı İlâhiye umuma kâfi gelir; daha başka şahsî kemâlât ve kerameti aramıyorlar.
Rabian: Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle, âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez. Halbuki, hazır lezzete meftun kör hissiyât-ı insaniye, fâni, hazır bir meyveyi, bâki, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmare bu hâlet-i fıtriyeden istifade etmemek için Risale-i Nur şakirtleri ezvak ı ruhaniyeyi ve keşfiyat-ı mâneviyeyi dünyada aramıyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi, demiş zevcine: “İhtiyacımız şedittir.”
Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennetteki bizim kasrımızın bir kerpicidir.”
Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti, Keşifle gördüler diye rivayet edilmiş.
İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir.
Lügatçe;
lisan-ı hal: Hal dili. Bir şeyin görünüşü ile bir mânâ ifade etmesi-lisan-ı kal: Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili-keramet: Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet-keşfiyat: keşifler, mânevî âlemde bazı hakikatleri ortaya çıkarma, keşfetme halleri-sırr-ı ihlâs: ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı-sülûk: mânevî yol alma-âmi: cahil, sıradan kimse-tahkik: doğruluğunu araştırma-hüccet: güçlü ve sarsılmaz delil-iman-ı tahkikî: inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman-mahviyetkârane: alçak gönüllülükle, acizliğini ifade ederek-ihtilâf: anlaşmazlık-enaniyet: ben, benlik-ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler-sû-i zan: kötü düşünce-ittiham: suçlama-Şirket-i mâneviye: mânevî şirket, dine ve imana yönelik yapılan toplu hizmetlerdeki ortaklık-tefâni: birbirinde fâni olma; fikren arkadaşının meziyet ve hissiyatı ile yaşama, onun üstün özelliklerini kendisinin gibi kabul edip onunla iftihar etme-intişar-ı hizmet: hizmetin yayılması-teshilât: kolaylaştırmalar-maişet: geçim, yaşayış-ikrâmât-ı İlâhiye: Allah’ın ikramları, bağışları, nimetleri-kemâlât: faziletler, iyilikler-meftun: düşkün, tutkun, aşık-hissiyât-ı insaniye: insanın hisleri, duyuları-fâni: geçici olan, ölümlü-bâki: sürekli, kalıcı-uhrevî: âhirete ait, âhiretle ilgil-hâlet-i fıtriye: yaratılıştan gelen haller-ezvak ı ruhaniye: mânevî zevkler-harem: eş, zevce-müzayaka: sıkıntı, darlık, güçlük-ehl-i hakikat: tarikat ve tasavvuf yoluna girmeden, Sahabe gibi doğrudan Kur’ân ve Sünnet ışığında ilerleyen-ezvak-ı keramet: kerametin zevkleri-hüsn-ü misal: güzel örnek.