Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen,
iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) kendine rehber etmek gerektir.
Bediüzzaman
sürur: sevinç, mutluluk
terbiye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (asm) insanlığa getirdiği terbiye
Yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez.
(Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla. Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun)
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârâne, sadakatle, hariçten gelen erzaklarına nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselliyi Üç Noktada beyan edeceğim.
Birinci nokta: Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir. Ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir. Ve beş on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmaya vesile olabilir.
İşte, ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymettar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tevbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zaten hapis çok günahlara mânidir, meydan vermiyor.
İkinci nokta: Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet, herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse, teessüf ve tahassür elem-i mânevîsini hissedip “Eyvah” der. Ve geçmiş musibetli, elemli günlerini tahattur etse, zevâlinden bir mânevî lezzet hisseder ki, “Elhamdülillâh, şükür, o belâ sevabını bıraktı, gitti” der, ferahla teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, ruhta bir mânevî lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilâkis, elem bırakır.
Madem hakikat budur. Ve madem geçmiş musibet saatleri, elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş; ve gelecek belâ günleri, şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez.
Meselâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri ki hiç ve mâdum ve yok olmuşlar şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah’tan şekvâ etmek gibi “Of, of” etmek divaneliktir. Eğer sağa sola, yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir; sıkıntı ondan bire iner. Hattâ, şekvâ olmasın, ben bu üçüncü medrese-i Yusufiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiyetimden gelen meyusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. “Çünkü benim gibi kabir kapısında bir biçareye, gafletle geçebilir bir saatini on adet ibadet saatleri yapmak büyük kârdır” diye şükreyledim.
Lügatçe;
fâni: gelip geçici-bâki: ölümsüz, devamlı, kalıcı-haps-i ebedî: sonsuz bir hapis-Zevâl-i lezzet: lezzetin sona ermesi-zevâl-i elem: acı ve kederin sona ermesi-teessüf: eseflenme, üzülme-tahassür: hasretle anma, özlem-elem-i mânevî: mânevî elem, acı-tahattur: hatırlama-zevâl: geçip gitme-muvakkat: geçici-mâdum: yok-medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların eğitim ve öğretim gördükleri yer mânâsında hapishane-meyusiyet: ümitsizlik-inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı-mezkûr: sözü geçen-gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma.
Mahrem bir suale cevaptır
Benden sual ediyorsun: 'Neden senin Kur'ân'dan yazdığın Sözlerde bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nadiren bulunur? bazen bir satırda bir sayfa kadar kuvvet var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor.'
Elcevap (güzel bir cevaptır) : Şeref, i'câz-ı Kur'ân'a ait olduğundan ve bana ait olmadığından, bilâpervâ derim:
Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü, yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esâsât-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i fenniye elini esâsâta ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devâyı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur'ân-ı Kerîmin en parlak mazhar-ı i'câzından olan temsilâtından bir şulesini, acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur'ân'a ait yazılarıma ihsan etti.
Felillâhilhamd, sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatler gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihetü'l-vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-i gaybiyeye, esâsât-ı İslâmiyeye, şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefis ve hevâ teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu.
Elhasıl, yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur'âniyenin lemeâtındandır. Benim hissem, yalnız şiddet-i ihtiyacımla taleptir ve gayet aczimle tazarruumdur. Dert benimdir, devâ Kur'ân'ındır.
Lügatçe;
i'câz-ı Kur'ân: Kur`ân`ın yüksek ve erişilmez ifâdesi-bilâpervâ: Korkusuzca, çekinmeden-tasavvur: Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama-tasdik: Onaylama-Teslim: Kabullenmek-iman: İnanmak, îtikad; Resûl-i Ekremin (a.s.m.) tebliğ ettiği inanılması gerekli esasları tasdik etmekten doğan bir nurdur-Marifet: Bilgi, hüner-şehadet: Şâhitlik; Allah tarafından Peygamberimize bildirilen herşeyi kabul ve tasdik etme-şuhud: Görme, şahid olma. * Müşahede etme. * Görünecek halde şekillenme-tahkik: Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu yanlışlığını ortaya çıkarmak. İncelemek, içyüzünü araştırmak-İltizam: Gerekli bulmak. Taraftarlık-iz'an: Basiret, anlayış, idrak-Tasavvuf: Tarikat ehli olmak-hakikat: Birşeyin aslı, esâsı, Kur'an'ın emrettiği durumu, işin iç yüzü-Dâvâ: Tâkip edilen fikir, iddiâ-bürhan: Birşeyi ispatlamak için kullanılan kesin delil, ispat vâsıtası-esâsât-ı imaniye: Îmân esasları-mahfuz: korunmuş-kavî: Kuvvetli, sağlam-dalâlet-i fenniye: Fenden, felsefeden gelen dalâlet. Materyalist bilimler, fenler ile hak ve hakîkatten uzaklaşma-mazhar-ı i'câz: Mu`cize gösteren-temsilât: Temsiller, örnekler-cihetü'l-vahdet: Birlik yönü, noktaları-hakaik: Hakikatler-hakaik-i gaybiye: Görünmeyen, bilinmeyene ait hakikatler-yakîn-i imaniye: Hiç şüphesiz, şeksiz ve kesin bir surette îmân etmek-vehim: Belirsiz ve mânâsız korku, belirsiz düşünce.