Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur.
Düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
Bediüzzaman Said Nursi
Bazıları için dünyevi musibetler Allah'ın bir lûtfudur
Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri -fakat musibet dine dokunmamak şartıyla- bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.
Lügatçe;
eşhas: Şahıslar, kişiler-lûtf-u İlâhî: Allah`ın lûtfu, ihsanı-iras: Verme, meydana getirme-merbutiyet: Bağlılık. İrtibatlı olma-sefahet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtır
Elhasıl: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşaretinde denildiği gibi, nasıl ki kulaklı âmi tabakası, i'câz-ı Kur'ân fehminde demiş: 'Kur'ân, bütün dinlediğim ve dünyada mevcut kitaplara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir.' Öyleyse, ya Kur'ân umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düşman, hattâ Şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyleyse, Kur'ân umum kitapların fevkindedir; öyleyse mu'cizedir.
Aynen öyle de, biz de ilm-i usul ve fenn-i mantıkça sebr ve taksim denilen en kati hüccetle deriz:
Ey Şeytan ve ey Şeytanın şakirtleri! Kur'ân ya Arş-ı Âzamdan ve İsm-i Âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut -hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşâ- yerde, Allah'tan korkmaz ve Allah'ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise, ey Şeytan, sabık hüccetlere karşı bunu sen diyemezsin ve diyemezdin ve diyemeyeceksin. Öyleyse, bizzarure ve bilâşüphe, Kur'ân Hâlık-ı Kâinatın kelâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasıl ki kati bir surette ispat ettik; sen de gördün ve dinledin.
Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ya Resulullahtır ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut -hâşâ, yüz bin defa hâşâ- Allah'a iftira ettiği ve Allah'ı bilmediği ve azâbına inanmadığı için, itikadsız, esfel-i sâfilîne sukût etmiş bir beşer farz etmek lâzım gelir. Bu ise, ey İblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa filozofları ve Asya münafıkları bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o filozofların en müfsitleri ve o münafıkların en vicdansızları dahi diyorlar ki: 'Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok akıllıydı ve çok güzel ahlâklıydı.'
Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır. Ve madem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor. Ve madem kati hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur. Elbette ve bizzarure, senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak, bilbedâhe ve bihakkılyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtır ve bütün resullerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın efdalidir.
(Meleklerin, insanların ve cinlerin sayısınca ona salât ve selâm olsun)
Lügatçe;
âmi: Bilgisiz, câhil-i'câz-ı Kur'ân: Kur`ân`ın yüksek ve erişilmez ifâdesi, mucizeliği-muhal: İmkânsız-ilm-i usul: Bir inanç, din, ilim ya da ideolojinin esaslarını ortaya koyan ilim; ilim metodolojisi-sebr: Denemek, imtihan-esfel-i sâfilîn: Aşağıların en aşağısı-sukût: düşüş, alçalış-hizbüşşeytan: Şeytanın taraftarları-bilbedâhe: besbelli, ap açık bir şekilde-bihakkılyakîn: hakkıyla-ekmel: Kusursuz, en mükemmel.