Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
BEDİÜZZAMAN VE NECİP FAZIL
Emekli Yarbay Avni Toktor anlatıyor:
“3 Şubat 1952’de Necip Fazıl Beyi ziyaret etmiştim. Bana, bir gün evvel randevu aldığını, Bediüzzaman’ı ziyarete gideceğini söyledi. Birlikte yola çıktık.
“Yolda, Necip Fazıl, halkımızın birçok alim hakkında abartılı şeyler anlattığını, veli olmayanlara da veli nazarıyla baktıklarını söyledi. Fakat ‘kendini beğenmişin biridir.’ diye ilave etti. Eserlerini okumadığını, ama okuyacağını belirtti.
“Akşehir Oteli’nin önüne geldiğimizde, etrafta polisler vardı. İçeriye girerken hüviyetlerimiz kontrol edildi.
“ Otelin dördüncü katına çıktığımızda, Bediüzzaman Hazretleri bizi kapıda ve ayakta karşıladı. Girişte Necip Fazıl selam vermişti. Bediüzzaman Hazretleri, daha selamı almadan, kendisine has şark şivesiyle, ‘Necip Fazıl Bey kardaşım, ben kendimi kendime beğendirmemişem.’dedi!
“Bu sözler bende bir anda irkinti yaptı. Bu sözler, doğrudan doğruya Necip Fazıl’ın konuşmasına bir cevap teşkil ediyordu.”
Bediüzzaman, Necip Fazıl’a çok alaka gösterdi. Onu bir sandalyeye oturttu. Kendiside yatağına geçti.
Abdülmuhsin Alev’in anlattığına göre, “Üzülme, üzülme! Ben Büyük Doğucuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur’a yirmi senelik hizmet yapmış olarak kabul ediyorum. Biz bir ağacın meyveleriyiz. Aramızda ayrılık gayrılık yoktur. Ders almak ve kaynak bakımından aynı yere gidiyoruz.” der.
Kıssadan hisse: İslam’a hizmette metot farkları olabilir. Ancak öz ve esas aynıdır. Bunu unutmazsak, aramızdaki dostluk ve kardeşlik gelişecektir demektir.
NECİP FAZIL’IN SOHBETİNDE BEZİÜZZAMAN
Bir kısım öğrencilerimi, “Şairler Sultanı”na götürmüştüm. Kalabalık bir genç topluluğu karşısında görünce çok sevinmiş, onlara çok önemli tavsiyelerde bulunmuştu.
Üzerinde en çok durduğu husus ise, “imanda derinleşmek” ve “sahabeye benzemek” hassasiyeti idi.
Sohbetin bir yerinde, bende Bediüzzaman’dan bir söz naklettim:
“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir! ”
Ancak Necip Fazıl Bey, devamına imkan vermedi ve dedi ki:
“Sen hangi sıfatla Beziüzzaman’dan bahsediyorsun? ”
Tabii bu soru beni hem şaşırttı, hem de heyecanlandırdı.
“Hiçbir sıfatım yok efendim. Sadece eserlerini okurum.” dedim.
“O halde o zat hakkında konuşmak, senden çok benim hakkım…”
Şaşkınlığımızın iyice arttığını fark edince de, şu açıklamayı yaptı:
“Ben Sultanahmet’te Hazreti ziyaret edip elini öptüm. Bana, ‘Seni yirmi yıllık talebem gibi kabul ediyorum, dua ediyorum.’ dedi. ‘Büyük Doğu’yu okuttuğunu ve beğendiğini ifade etti.”
Sonra da bir soru üzerine, şu açıklamayı yaptı:
“Bediüzzaman’ın klasik manada bir tahsil hayatı yoktu. O, vehbi ilme mahzardı. Bilhassa yılmak bilmez mücadelesini, korkusuzluğunu gençler çok iyi öğrenmelidirler.”
Bediüzzaman hakkındaki bu görüşleri, hepimizi çok sevindirmişti. Ben de bu mutlu havadan istifade ederek, çoktandır merak ettiğim sorumu yönelttim:
“Efendim, siz de Bediüzzaman gibi mukaddes davamız uğruna hapislere girdiniz. Ancak sizin dilinizde hapishanenin adı, zindan… Dayanılmaz acıların, ıstırapların yılanlı kuyusu… Bilhassa da, ‘Cinnet Müstatili’ adlı eserinizi okuyunca, adeta biz de sizinle birlikte zindana girmiş gibi oluyoruz. Halbuki Bediüzzaman’ın hapishaneleri, medrese-i Yusufiye… İman hizmetinin kesintiye uğramadığı, aşkla, şevkle çalışan Nur mektebi… Bu farkın sebebini öğrenebilir miyiz? ”
Dedi ki:
“Her insan ayrı bir alemdir. Maddesi manası, bedeni ruhu aynı olan var mıdır? Tabii bir de hayat tarzı… Bediüzzaman, hapishaneye, zaten hapishaneden farksız bir hayattan gidiyor. Ben ise, işte buradan, Erenköy’deki bu köşkten gidiyorum. Aynı olabilir miyiz hapishanede? ”
NECİP FAZIL’A GÖRE BEDİÜZZAMAN
“Tesiri yakıcı ve telkini işleyici bir zat olan Bediüzzaman, kendi yaşında bulunanların ve neslinden olanların uyuşukluğu içinde bir kimse değildir. Gördüğünü yakıyor. Ne güzel vasıf… Elini uzattığını bağlıyor ve dairesini genişletiyor. Gerçek mücadele ve mücahede karakterine sahip olan bu zatın gittikçe yayılan fikirleri de elbette hoşa gitmeyeceği için, son demlerinin büyük bir kısmını zindanda ve hiç değilse, göz hapsinde geçiriyor.”
“BÜYÜK DOĞU”YA YARDIM İÇİN YORGAN SATMAK
Üstad, dini manada yayın yapan, İslam’ı savunan neşriyatı takip ettirir, bunlardan bazılarını da okutturup dinlerdi. Zübeyir Gündüzalp Ağabeye okutturup dinlediği dergiler arasında, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”su da vardır.
Bir sayısında “Büyük Doğu” acı bir haber verir: Gelecek sayısının çıkması bile tehlikelidir. Çünkü yayın için ayrılan para bitmiştir. Okuyucuları acilen yardım etmezse, “Büyük Doğu” çıkamayacaktır…
Bu mealdeki yazıyı dinleyen Bediüzzaman, çok duygulanır, bir süre düşünü. Sonra da “Zübeyir, ‘Doğu’ya yardım edelim” der.
Zübeyir Ağabey, “Peki Üstadım! ” diye cevap verir. Fakat “Bu yardım nasıl ve ne ile yapılacaktır? ” diye düşünmeye başlar.
Ancak Üstad, bu haberden çok duygulanmış ve yardıma kesin olarak karar vermiştir.
Der ki:
“İki yorganım var, biri bana kafi… Diğerini satın, parasını ‘Doğu’ya gönderin…”
Biri yazlık, ince; diğeri kışlık, daha kalınca iki yorgan… Ve biri “Büyük Doğu”ya kurban… Bu ne incelik, ne hassasiyet, ne duyarlılık… Ve mü’minlere ne derin bir kardeşlik ve dayanışma dersi…
BEDİÜZZAMAN’A GÖRE NECİP FAZIL VE HİZMETİ
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’nda bir mektuba cevap olarak, Eşref Edip ve Necip Fazıl Beylerden bahseder. Eşref Edip Beyin yayınladığı Sebilürreşat’la, Necip Fazıl Beyin de Büyük Doğu dergisiyle çok önemli bir hizmet yaptıklarını söyler:
“Sebilürreşat ve (Büyük) Doğu gibi mücahitler, iman hakikatlerini sapkınların tecavüzlerinden korumaya çalıştıkları için, ruhu canımızla onları takdir ve tahsin ederiz. Zira onlarla dostuz ve kardeşiz; fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derse fark etmez.”