MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 09.12.2012 02:28
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir.
Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir.
Bediüzzaman
Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.
Üç Mesele...

Birinci Mesele: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.
Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü'z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nevi, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.
Rivayette vardır ki, 'Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.'
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ithamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti itham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.
Lügatçe;
keffâretü'z-zünub: Günahların keffâreti, mü`minlere, işledikleri günahların affı için Allah tarafından verilen hastalık ve musîbetler-iltifat-ı Rabbânî: Terbiye ve idâre eden Cenab-ı Hakk`ın bir lütfu, iltifatı-zikr-i lisanî: Allah`ı dille anmak-tefekkür-ü kalbî: Kalben düşünme, fikretme, anma-ubudiyet: Kulluk-muterizâne: İtiraz edercesine. Karşı gelerek-müştekiyâne: şikâyet edercesine, şikâyet eder gibi-mütezellilâne: Zelîl olarak, kendi hiçliğini bilir sûrette kusur ve aczini anlamakla-istimdatkârâne: Yalvarırcasına-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
Kuran'a şeytanın itirazı
Şeytan döndü ve dedi: 'Kur'ân beşer kelâmına benziyor; onların muhâveresi tarzındadır. Demek, beşer kelâmıdır. Eğer, Allah'ın kelâmı olsa, Ona yakışacak, her cihetçe hârikulâde bir tarzı olacaktı. Onun san'atı nasıl beşer san'atına benzemiyor; kelâmı da benzememeli.'
Cevaben dedim: Nasıl ki, Peygamberimiz (a.s.m.) mu'cizâtından ve hasâisinden başka, ef'âl ve ahvâl ve etvârında beşeriyette kalıp, beşer gibi, âdet-i İlâhiyeye ve evâmir-i tekviniyesine münkad ve mutî olmuş; o da soğuk çeker, elem çeker, ve hâkezâ. Herbir ahvâl ve etvârında hârikulâde bir vaziyet verilmemiş -tâ ki, ümmetine ef'âliyle imam olsun, etvârıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer, her etvârında hârikulâde olsa idi, bizzat her cihetçe imam olamazdı, herkese mürşid-i mutlak olamazdı, bütün ahvâliyle 'rahmete'n-li'l-âlemîn' olamazdı.

Aynen öyle de, Kur'ân-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhâverâtı ve üslûbu tarzında olmak zarûrî ve katidir. Çünkü, cin ve ins münâcâtını ondan alıyor, duâsını ondan öğreniyor, mesâilini onun lisâniyle zikrediyor, edeb-i muâşeretini ondan taallüm ediyor, ve hâkezâ, herkes onu mercî yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın Tûr-i Sînâda işittiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte, işitmekte tahammül edemezdi ve mercî edemezdi. Hazret-i Mûsâ gibi bir ulû'l-azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mûsâ Aleyhisselâm demiş:
(Senin konuşman böyle midir? Allah buyurdu: 'Bütün dillerin kuvveti benimdir.' H.Şerif meali)
Lügatçe;
beşer: İnsan-muhâvere: Konuşma-hasâis: Kişisel özellikler-ef'âl: Fiiller, hareketler-ahvâl: Haller, durumlar-etvâr: Tavırlar, davranışlar; yaşayış biçim ve tarzları-âdet-i İlâhiye: İlâhî âdetler,kanunlar-evâmir-i tekviniye: Allah`ın tabiatta geçerli olan emir ve kanunları-münkad: boyun eğen, itaat eden-mürşid-i mutlak: Herşeyin mürşidi, doğru yolu göstericisi-ehl-i kemâl: Kemâl sâhipleri, mükemmel kimseler-muhâverât: Karşılıklı konuşmalar-mesâil: Meseleler-edeb-i muâşeret: Beraber yaşayışta hoş ve iyi geçinme usulü-taallüm: İlim edinme, öğrenme, ders okuyarak öğrenme-mercî: Başvurulacak yer, dönülecek yer, merkez, kaynak-ulû'l-azm: En büyükler.