Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Hayr-ı mutlaktan hayır gelir,
Cemîl-i Mutlaktan güzellik gelir,
Hakîm-i Mutlaktan abes birşey gelmez.
Bediüzzaman
hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik, hiç kötülüğü olmayan
Cemîl-i Mutlak: sınırsız güzellik sahibi olan Allah
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah
abes: anlamsız, boş
Nur-u Kur'ân'dan gelen fikir: 'Ölürsem şehidim, öldürsem gaziyim.'
Saniyen: İslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evlâdının hayat-ı ictimaiyesine kazandırdığı yüzer faydadan iki faydayı misal olarak beyan edeceğiz.
Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi otuz milyon iken, bütün Avrupa'nın büyük devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu devletin ordusundaki nur-u Kur'ân'dan gelen şu fikirdir: 'Ben ölürsem şehidim, öldürsem gaziyim.' Kemâl-i şevkle ölümün yüzüne gülerek istikbal etmiş, daima Avrupa'yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, sâfi kalbli olan neferâtın ruhunda şöyle ulvî fedakârlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?
İkincisi: Avrupa'nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeye bir tokat vurmuşlarsa, üç yüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekât sahipleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için elini çekmiş, elini kaldırırken indirmiş. Şu hiçbir cihetle istisgar edilmeyecek mânevî ve daimî bir kuvvetü'z zahr yerine hangi kuvvet ikame edilebilir, gösterilsin. Evet, o azîm mânevî kuvvetü'z zahrı menfi milliyetle ve istiğnâkârâne hamiyetle gücendirmemeli.
Lügatçe;
Kemâl-i şevk: Tam bir istek ve neşe-istikbal: Karşılama, yönelme-neferât: Erler, askerler-hamiyet: millet için gayret etmek, fedakârca çalışmak-müstemlekât: Sömürgeler-istisgar: Küçümsemek. Küçük görmek-kuvvetü'z zahr: Dayanak, yardımcı kuvvet-istiğnâkârâne: tenezzül etmezcesine.
İnançsızlık neden affedilmez?
Hulfü'l-vaad ise, hem zillet, hem tezellüldür. Hiçbir cihetle celâl-i kudsiyetine yanaşamaz. Hulfü'l-vaîd ise, ya afdan, ya aczden gelir. Halbuki, küfür cinâyet-i mutlakadır, Haşiye affa kâbil değil. Kadîr-i Mutlak ise, aczden münezzeh ve mukaddestir.
Haşiye: Evet, küfür mevcudâtın kıymetini ıskat ve mânâsızlıkla ittiham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir; ve mevcudât aynalarında cilve-i esmâyı inkâr olduğundan, bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif; ve mevcudâtın Vahdâniyete olan şehâdetlerini reddettiğinden, bütün mahlûkata karşı bir tekzib olduğundan, istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salâh ve hayrı kabule liyâkati kalmaz. Hem, bir zülm-ü azîmdir ki, umum mahlûkatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür.
İşte, şu hukukun muhâfazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i affını iktizâ eder.
('Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür' Lokman Sûresi: 13.) şu mânâyı ifade eder.
Lügatçe;
Hulfü'l-vaad: Ahdinden dönme, verdiği sözü yerine getirmeme-zillet: Aşağılık, horluk, alçaklık-tezellül: Küçüklük, aşağılanma, hakareti kabul etme-celâl-i kudsiyet: Allah`ın sonsuz büyüklük ve haşmetinin kusursuz ve noksansız olması-Hulfü'l-vaîd: haber verdiği halde kötülük yapanlara ileride vereceğini bildirdiği cezaları vermemek-mevcudât: Varlıklar-ıskat: Düşürmek-tahkir: Hakaret etme, horlamak, aşağılamak-tezyif: alaya alma-Vahdâniyet: Allah`ın bütün isim ve sıfatlarıyla bütün varlıklarda birden tecellî etmesi-tekzib: Yalanlamak-istidad-ı insanî: İnsanın kabiliyeti, yeteneği, insan eden özellikler-ifsad: Bozmak-salâh: Bir şeyin en iyi hâli-zulm-ü azîm: Büyük zulüm-adem-i aff: Affın yokluğu, effetmeme.