MAVERA-Sufi Muhabbet Mesaj Detayi Antoloji.com

Gönderen: Adem Kılıç
Alan:   Grup:MAVERA-Sufi Muhabbet
Tarih: 03.12.2012 03:16
Konu: Yn: Yn: [mavera-sufi-muh..]

Hadîs-i şerife göre;
İslâm âlimleri, dünya ikbal ve heveslerinin peşinde koşmadıkça peygamberlerin en emîn vârisleridirler.
Risale-i Nur'dan
İslamyet enaniyet ve gururlarla, dindarlığı bir arada kabul etmiyor
İslâmiyetin Hıristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki:

İslâmiyetin esası, mahz-ı tevhiddir; vesâit ve esbaba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise, 'velediyet' fikrini kabul ettiği için, vesâit ve esbaba bir kıymet verir, enâniyeti kırmaz. Adeta rububiyet-i İlâhiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir.
('Onlar hahamlarını ve papazlarını kendilerine Allah'tan başka rab edindiler.' Tevbe Sûresi: 9:31.)
âyetine mâsadak olmuşlar. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enâniyetlerini muhafaza etmekle beraber, sabık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Mahz-ı tevhid dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar ya enâniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için, bir kısmı lâkayt kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar.
Lügatçe;
cihet-i fark: Farklı yön-mahz-ı tevhid: Tevhid hakikati, saf ve mutlak tevhid, Allah'dan başka hiç bir şeye gerçek tesir vermemek-vesâit: Vasıtalar, araçlar-esbab: Sebepler-velediyet: Evlâtlık; Hıristiyanlıktaki, Hz. İsa`nın (a.s.) Allah`ın oğlu olduğu şeklindeki bâtıl akide, inanç-mâsadak: Doğrulayıcı.

Şüphe ve vesveseler İmân nurunu karartırlar
('İmanınızı Lâ ilâhe illâllah ile yenileyiniz.' H.Şerif meali) 'ın hikmetini soruyorsunuz. Onun hikmeti çok Sözlerde zikredilmiştir. Bir sırr-ı hikmeti şudur ki:
İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için, her zaman tecdid-i imana muhtaçtır. Zira insanın herbir ferdinin mânen çok efradı var. Ömrünün seneleri adedince, belki günleri adedince, belki saatleri adedince birer ferd-i âher sayılır. Çünkü, zaman altına girdiği için, o ferd-i vahid bir model hükmüne geçer, hergün bir ferd-i âher şeklini giyer.

Hem insanda bu taaddüd ve teceddüd olduğu gibi, tavattun ettiği âlem dahi seyyardır. O gider, başkası yerine gelir. Daima tenevvü' ediyor, hergün başka bir âlem kapısını açıyor.
İman ise, hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır.(Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur) ise, o nuru açar bir anahtardır.
Hem insanda madem nefis, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar; çok vakit imanını rencide etmek için, gafletinden istifade ederek, çok hileleri ederler, şüphe ve vesveselerle İmân nurunu kaparlar.
Hem zâhir-i şeriate muhalif düşen ve hattâ bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat ve harekât eksik olmuyor. Onun için, her vakit, her saat, hergün tecdid-i imana bir ihtiyaç vardır.

Lügatçe;
teceddüd: Tâzelenme, yenilenme-tecdid-i iman: İmânı yenileme, tazeleme-ferd-i âher: Ayrı bir ferd; farklı, yeni bir kişi-ferd-i vahid: Benzersiz, tek bir şahıs-taaddüd: Çoğalma, birden fazla olma-teceddüd: Tâzelenme, yenilenme-tavattun: Vatan tutmak; yer edinmek-seyyar: durmayıp yer değiştiren; sâbit ve devamlı olmayan-tenevvü': Çeşitlenme, çeşit çeşit olma-hevâ: Gelip geçici boş istek, heves, nefsin arzusu-vehim: Belirsiz ve mânâsız korku, belirsiz düşünce-zâhir-i şeriat: Şeriatın zâhiri, şeriatın zâhirî duygularımızla görüp anladığımız yönü-kelimat: Kelimeler, sözler.
DECCALİYETTEN KURTULACAĞIZ İNŞAALLAH..
Âhirzamanın iki dehşetli cereyanı var olduğunu Risale-i Nur’dan öğreniyoruz. Bu iki akımın tabanını başta yahudilik, masonluk, dinsizlik ve ihtilalcilik teşkil etmektedirler. Ve bu iki dehşetli cereyandan nasıl kurtulacağımızı da Said Nursi Hazretleri beyan etmektedir.
Bu iki cereyan şöyle açıklanır:
“Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:
Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.” (M.441)
İşte İslam memleketinde zuhur eden deccaliyetten kurtuluş reçetesi açıkça beyan edilmiştir. Bu zaman cemaat zamanı olmasından burada geçen “Muhammed Mehdi” ismini sadece bir şahıs değil, şahs-ı manevi olarak şu şekilde tevil edilmektedir. Nur Talebelerinin mühim bir kısmı: “Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar.” (Emirdağ -1- 266)

İkinci beynelmilel dinsizlik cemiyetinin varlığı, tesirleri ve hakimiyetine son verilmesi ise şöyle ifade edilir:
“İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir…
…O cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur'ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi' ve İslâmiyet metbu' makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey' va'detmiş, elbette yapacaktır.” (Mektubat - 56)
Demek ki “her iki deccal” cereyanın en sonunda ortadan kaldırılmasında, tasaffi etmiş ve İslama inkılab etmiş İsevilerin desteği olacaktır. Bu desteği ve katılımı, Üstad Hazretleri Emirdağ lahikasında “Yeni Dünya” diye anılan Amerika’yı işaret etmektedir.
Yine Üstad Hazretleri, hem İslam Deccalının tahribatının tamiri nasıl olacağını, hem Büyük Deccal tabir edilen dinsizlik cereyanının öldürülmesinin nasıl olacağını şöyle ifade etmektedir:
“Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve 'Müslüman İsevîleri' ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.” (Mektubat - 441)
Son söz olarak deriz ki: Bu âhirzamanda genel olarak iki ana cereyan vardır. Birisi: “Büyük Deccal” denilen ve tesiri bütün insanlık dünyasına olan ve alenen Allah’ı inkar etme üzerine kurulan akımdır. Bu cereyanın ortadan kaldırılmasında dindar Hırıstiyanlar birinci derecede rol oynayacaklardır ki, bu kısmen olmuştur. Komünizm kısmen sistem olarak kalkmıştır. İnşaallah tamamen kalkacaktır.
Birisi de: “İslam Deccalı” denen ve İslâm hilafetin kaldıran ve İslâmî şeairlere darbeler vuran, Süfyan namında bir şahıs ve onun teşkil ettiği gizli komitelerdir. Bu cereyanın belini Risale-i Nur kırmıştır. İnşaallah tamam tesirini de kaldıracaktır.
Vahidiyet ve Ehadiyet nedir?
Allah’ın isim ve sıfatlarının iki tecelli mahalli ve mazharı vardır.

Biri: Kainatın umumu üzerinde büyük ve azametli tecelliyatıdır. Diğeri ise: Kainatın bir cüz’ünde ve cüz’isindeki küçük tecelliyatıdır.

Kainatın umumunda tecelli eden o isim ve sıfatlar, çok Azametli ve Kibriyalı olmasından, okunması ve ihata edilmesi herkese müyesser olmuyor. Onun için Allah, o kainatın umumundaki Azametli ve Kibriyalı olan tecelliyatını herkesin rahat ve kolaylıkla okuyabileceği boyutlara indiriyor.

İşte, Kainatın umumunda Azamet ve Kibriya ile tecelli eden isim ve sıfatlarına Vahidiyet denir. Onun küçük bir modeli hükmünde olan cüz’ündeki tecelliyatına da ehadiyet denir.

Vahidiyet, külli tecelliyattır. Ehadiyet ise, cüzi tecelliyattır.

Buna, şöyle bir temsil ile bakabiliriz. Mesela, büyük bir denizin üstüne, denizi ihata edecek kadar büyük harflerle kelime-i tevhit yazılsa, bu yazıyı okuyabilmek için, denizi kuşbakışı ihata edecek bir mevkie çıkmak lazımdır. Ama buna herkes tam güç yetiremeyeceği için, o yazıyı yazan zat, aynı manayı ve şekli ifade eden o yazıyı denizin damlalarına da yazıyor. Böylece her nazar sahibi o denizin umumu üstündeki yazıyı damlalar vasıtası ile okuyor. Sonra o denizin üstündeki haşmetli yazıya intikal ediyor. Yoksa, damla olmasa, o yazıyı okuması mümkün değildir.

İşte, deniz kainattır. O yazı ise Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir. Damla ve üstündeki aynı yazı ise, kainatın umumundaki o tecellilerin cüzündeki tecellisidir. Deniz, Vahidiyeti; damla ise Ehadiyeti temsil ediyor. Bütün nebatat veya umum çiçekler, vahidiyeti gösterir. Küçük ve tek bir çiçek ise, Ehadiyeti gösterir. Vahidiyet, Azamet ve Kibriya’yı temsil eder; Ehadiyet ise, cemal ve şefkati temsil eder.

“Evet nasılki güneş, ziyasıyla umum zemini ışıklandırıp vahidiyete bir misal olduğu gibi, ayine gibi mukabilindeki her şeffaf şeyde timsali ve aksi ve yedi renkli ziyasıyla ve zatının suretiyle bulunup ehadiyete dahi bir misal teşkil eder. Eğer güneşin ilmi ve kudreti ve ihtiyarı olsa idi ve cam par-çalarının ve içinde güneşcikler görünen katrelerin ve kabarcıkların kabiliyet-leri bulunsa idi; irade-i İlahiyenin kanunuyla herbirisinde ve yanında timsa-liyle ve sıfatlarıyla tam bir güneş bulunup, sair yerlerde bulunması onun tasarrufatına hiç noksan vermiyerek kudret-i Rabbaniyenin emriyle, te’siriyle, hükmüyle pek büyük zuhurata sebeb olarak, ehadiyetteki fevkalâde kolaylık ve sühuleti gösterir. Aynen öyle de; Sani-i Zülcelal, vahidiyet itibariyle bütün eşyayı ihata eden ilim ve iradesi ve kudretiyle bakar ve hazır ve nazır olduğu gibi, ehadiyet cihetiyle ve tecellisiyle herşeyin, hususan zihayatın yanında isimleri ve sıfatlarıyla bulunur ki; kolayca, bir anda sineği kartal sisteminde, bir insanı küçük bir kâinat sisteminde icad eder. Ve zihayatı öyle mu’cizatlı bir şekilde yaratır ki; eğer bütün esbab toplansa, bir bülbülü, bir sineği ya-pamazlar. Ve bir bülbülü yaratan, bütün kuşları yaratan olabilir ve bir insanı halk eden, ancak kâinatı icad eden zattır.”

“İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki; bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî sesle-rini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şa-şırtmaz. Ruha nisbeten uzak yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bile-bilir, hissedebilir, idare edebilir. Hatta çok nuraniyet kesb etmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.
Öyle de: Cenab-ı Hakk’ın, madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve azasında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zat-ı Vacib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, had-siz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz, o Hâlik-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz, bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdadına gönderir. Her şey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşey’i bilir ve hakeza...”