Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.
Göz ise mâneviyatta kördür.
Bediüzzaman
Müslümanlar dinlerini ciddi yaşadığı zaman yükselmişler
Salisen: İslâmiyeti Hıristiyan dinine kıyas etmek, kıyas-ı maalfârıktır; o kıyas yanlıştır. Çünkü Avrupa dinine mutaassıb olduğu zaman medenî değildi; taassubu terk etti, medenîleşti.
Hem din onların içinde üç yüz sene muharebe-i dahiliyeyi intac etmiş. Müstebid zalimlerin elinde avâmı, fukarayı ve ehl-i fikri ezmeye vasıta olduğundan, onların umumunda muvakkaten dine karşı bir küsmek hasıl olmuştu. İslâmiyette ise, tarihler şahittir ki, bir defadan başka dahilî muharebeye sebebiyet vermemiş.
Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nispeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa'nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir. Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.
Hem İslâmiyet, vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ gibi binler şefkatperverâne mesâil ile fukarayı ve avâmı himaye ettiği,
('Akıl etmiyorlar mı? Tefekkür etmiyorlar mı? İyice düşünmüyorlar mı? '?
gibi kelimâtıyla aklı ve ilmi istişhad ve ikaz ettiği ve ehl-i ilmi himaye ettiği cihetle, daima İslâmiyet fukaraların ve ehl-i ilmin kalesi ve melcei olmuştur. Onun için, İslâmiyete karşı küsmeye hiçbir sebep yoktur.
Lügatçe;
kıyas-ı maalfârık: Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yanlış kıyaslama-mutaassıb: Körü körüne inat ve ısrar eden. Aşırı derecede taraftar-taassub: Şiddetli ve aşırı bağlılık-muharebe-i dahiliye: İçsavaş-intac: Netice verme, doğurma-Müstebid: Diktatör, zulüm ve baskı yapan. Başkasının hukukunu elinden alan-avâm: Sıradan biri, fakir halk tabakası-ehl-i fikr: Tefekkür sahipleri, düşünmeye ehemmiyet verenler, düşünürler-tedennî: Aşağı düşme, daha kötü bir dereceye düşme, alçalma-vücub-u zekât: Zekâtın farz olması-hurmet-i ribâ: Faizin haram olması-istişhad: şâhit göstermek, delil olarak ileri sürmek-melce: Sığınılan yer, sığınak.
İnsanın yükseliş ve düşüşünün sınırı yoktur
('And olsun ki biz Âdemoğullarını şan ve şeref sahibi kıldık.' İsrâ Sûresi) 17:70.)
âyetinin
('Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.' Ahzâb Sûresi: 33:72.)
âyetiyle vech-i tevfiki nedir?
Elcevap: On Birinci Sözde ve Yirmi Üçüncü Sözde ve Yirmi Dördüncünün Beşinci Dalının İkinci Meyvesinde izahı vardır. Sırr-ı icmâlîsi budur ki:
Cenâb-ı Hak, kemâl-i kudretiyle, nasıl birtek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sayfada bin kitabı yazıyor. Öyle de, insanı, pek çok envâ yerinde bir nev-i câmi halk etmiş. Yani, bütün envâ-ı hayvânâtın muhtelif derecâtı kadar, birtek nevi olan insan ile o vezâifi gördürmek irade etmiş ki, insanların kuvâlarına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Sair hayvânâtın kuvâları ve hissiyatları mahduddur, fıtrî bir kayıt altındadır. Halbuki insanın her kuvâsı, hadsiz bir mesafede cevelân eder gibi, gayr-ı mütenâhi cânibine gider. Çünkü insan, Hâlık-ı Kâinatın esmâsının nihayetsiz tecellîlerine bir ayna olduğu için, kuvâlarına nihayetsiz bir istidat verilmiş.
Meselâ, insan, hırs ile, bütün dünya ona verilse, Hel min mezîd diyecek. Hem, hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hâkezâ, ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sıga-i mübalâğa ile 'zalûm' olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyâta mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn derecesine terakki eder.
Hem insan, hayvanların aksine olarak, hayata lâzım herşeye karşı cahildir, herşeyi öğrenmeye mecburdur. Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için, siga-i mübalâğa ile, 'cehûl'dür. Hayvan ise, dünyaya geldiği vakit hem az şeylere muhtaç, hem muhtaç olduğu şeyleri bir iki ayda, belki bir iki günde, Bazen bir iki saatte bütün şerâit-i hayatını öğrenir. Güya bir başka âlemde tekemmül etmiş, öyle gelmiş. İnsan ise, bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı fark eder. İşte, cehûl mübalâğası buna da işaret eder.
Lügatçe;
vech-i tevfik: Bağdaşma yönü-envâ: Çeşitler, türler, cinsler, nevîler-nev-i câmi: Değişik türlerin herbirinin özelliklerinin bir türde bulunması-vezâif: görevler-kuvâ: Hisler, duygular, kuvvetler-had: Sınır, dozaj-fıtraten: Yaratılış olarak, yaratılış bakımından-mahdud: Sınırlı-cevelân: Gezme, dolaşma, hareket halinde olmak-gayr-ı mütenâhi: Sonsuz, nihayet bulmaz, bitmez-Hel min mezîd: Daha yok mu? Daha olmayacak mı? -hodgâm: Yalnızca kendini dert edinen-ahlâk-ı seyyie: Kötü, çirkin ahlâk-sıga-i mübalâğa: Bir şeyin pek mühim ve pek ileri olduğunu ifâde eden kelime hâli-zalûm: Çok zulmeden, çok çok zâlim-ahlâk-ı hasene: Güzel ahlak-cehûl: Çok cahil, kara cahil-şerâit-i hayat: Hayat şartları-tekemmül: Olgunlaşma.