Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Arkadaşlarıyla oturmaktadır. Bir deve son hızla koşarak yanına gelir ve durur. Sığınmak ister gibi bir hali vardır. Az sonra da deveyi kovalayan sahipleri çıka gelir.
'Ey Allah'ın Elçisi, bu bizim devemizdir, üç gündür onu arıyorduk, nihayet yanınızda bulduk.' derler.
Deve Hz. Muhammed'in arkasında durmaktadır. O devenin yularını bırakmadan konuşur:
'Ama deveniz sizden çok şikâyetçi.'
Şaşıran sahipleri sorar:
'Ey Allah'ın Elçisi, ne diyor? '
'O yanınızda büyümüş, yıllarca sırtında yük taşımış, size bir sürü de yavru vermiş ve en sonunda onu kesip etini yemeye kalkışmışsınız.'
'Evet, ey Allah'ın Elçisi aynen öyle oldu.'
Bunun üzerine Hz. Muhammed (asv) cebinden yüz gümüş ödeyerek deveyi onlardan satın alır ve deveye dönerek:
'Ey deve, haydi git. Allah rızası için serbestsin ve artık sana kimse dokunamaz.' der
Hayat-ı ictimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır.
Bediüzzaman
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Risâle-i Nur Talebelerinden bir genç hâfız, pekçok adamların dedikleri gibi dedi: 'Bende unutkanlık hastalığı tezâyüd ediyor, ne yapayım? ' Dedim: 'Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.' Çünkü rivâyet var; İmâm-ı Şâfiî'nin (r.a.) dediği gibi, 'Haram-ı nazar, nisyan verir.'
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyâdeleştikçe hevesât-ı nefsâniye heyecana gelip, vücudunda sû-i istimâlât ile israfa girer; haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, husûsan bu memâlik-i hârrede o sû-i nazardan sû-i istimâlât, umûmi bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'î-küllî o şekvâdadır.
İşte, bu umûmi hastalığın tezâyüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki:
'Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'ân nez' ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.' Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ân'a set çekilecek; o hadîsin tevilini gösterecek.
Lügatçe;
tezâyüd: artma, çoğalma-Haram-ı nazar: Haram olan şeylere bakmak-nisyan: Unutmak, unutkanlık-nazar-ı haram: Haram bakış-hevesât-ı nefsâniye: Nefsin gelip geçici çirkin istekleri, arzuları-sû-i istimâlât: Kötüye kullanmalar-memâlik-i hârre: Sıcak iklime sahip memleketler-sû-i nazar: nez': Çekip koparmak, ayırmak.
Irkçılığın zararları nelerdir?
Reis-i Cumhura ve Başvekile,
Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç hastalıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir biçare garip ihtiyar der ki:
Size iki hakikati beyan ediyorum:
Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaffakiyetkârâne ittifakını, bu millete kemâl-i samimiyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Bu ittifakınızı, inşaallah dört yüz milyon İslâmın sulh-u umumiyesine ve selâmet-i âmmenin teminine kat’î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.
Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar-ı kalbînin sebebi: Elli seneden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’ân’ın bu zamanda bir mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’un Arabistan ve Pakistan’da her yerden daha ziyade tesiratı olduğu ve makbul olması, hattâ aldığımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur’un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatımda kabir kapısında bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.
Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “kulüpler*” suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeye çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezc olmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezc olmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.
Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, dört yüz milyon kardeş Müslümanları ve sekiz yüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir dinler sahiplerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.
(devam edecek)
*: Osmanlının son zamanlarında Türk olmayan ve gayri müslim unsurların kurdukları dernek tarzında, ayrılıkçı fesat yuvaları.
Lügatçe;
kemâl-i samimiyet: tam ve mükkemmel bir içtenlik-sürûr: sevinç-sulh-u umumiye: herkes için barış, genel barış, dünya barışı-selâmet-i âmme: herkes için kurtuluş, esenlik-mukaddeme: başlangıç-ihtar-ı kalbî: kalbe gelen uyarı, ikaz-netice-i azîme: büyük netice-istimal: kullanma-uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği-istirahat-i umumiye: herkesi içine alan rahatlık, huzur-seciye-i fıtrî: doğal karakter-mezc: karışma, bütünleşme-kabil-i tefrik: ayrılabilir olma, ayrılması mümkün-müsalemet-i umumiye: umumî barış ortamı; herkesi içine alan barış ve huzur.