Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Altmış üç yıllık hayatının en büyük zaferine yol almaktadır. On bin kişilik bir ordunun başında baba ocağı, ana vatanı Mekke'nin kapısına dayanmak üzeredir. Artık bütün Arabistan hâkimiyetini tanımıştır.
Ordunun en önünde ilerlerken yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Arkadaşlarından Suraka oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir.
'Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın.'
Dişiyle yavruları rahatsız edilmemiş fakat on bin kişilik Fetih ordusu istikametini değiştirmiştir
Sohbet-i nebeviye ne derece bir iksir-i nuranî olduğu bununla anlaşılır ki:
Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek bir kasavet-i vahşiyânede bulunduğu halde,
gelip bir saat sohbet-i nebeviyeye müşerref olur,
daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmâneyi kesb ederdi.
Bediüzzaman
iksir-i nuranî: her derde devâ olan nurlu ve tesirli ilâç
kasavet-i vahşiyâne: kaskatı bir vahşet
şefkat-i rahîmâne: çok mükemmel bir şefkat ve merhamet duygusu
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir. Öyle de, Allah'ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hâdisâtı nevinden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur'ân'a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.
Evet, her vakit semâvattan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz' eden (Hazret-i Cibril'in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.
Hazret-i İsâ Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u imanla onu tanır. Yoksa, bedâhet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.
Lügatçe;
Tabiiyyun: Tabiatçılar, materyalistler, tabiata tapanlar-maddiyyun: Maddeye tapan, herşeyi maddede gören; Allah`ı inkâr edenler; maddeciler, materyalistler-tevellüd: doğma, doğum-cereyan-ı nemrudâne: Zulüm ve cebir ile iş gören cereyan-intişar: Yayılmak-Ulûhiyet: İlâhlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi-gûnâ: çeşit-rububiyet: Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı-ispritizma: Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler-manyetizma: Hipnotizma; bâzı hareketlerle bir başkasında uyuşukluk tesiri meydana getirme-cebbârâne: Diktatörce, zorba- iktida: Tâbi olmak, uymak-tâbi: Uyan, itaat eden-metbû: uyulan. Tâbi olunan-âlem-i semâvat: Gökler âlemi-Muhbir-i Sadık: Doğru haberci; Allah ve âhiretle ilgili doğru haberler veren Peygamberimiz (a.s.m.) ve diğer peygamberler (a.s.) için kullanılır-Kadîr-i Külli Şey: Herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah-mukarreb: Yakın olanlar-havass: İleri gelen kimseler.
Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır.
S - Kâfirlerin zemmi hakkında yalnız iki âyetle iktifa edilmiştir. On iki âyetin hülâsasıyla münafıklar hakkında yapılan itnab neye binaendir?
C - Münafıklar hakkında itnabı, yani tatvili icap ettiren birkaç nükte vardır:
Birincisi: Düşman mechul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dahilî olursa, zararı daha azîm olur. Çünkü; dahili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti arttırır. Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur.
İkincisi: Münafık olan, mü’minlerle ihtilât ede ede, yavaş yavaş ünsiyet kesb eder, imanla ülfet peyda eder. Gerek Kur’ân’dan, gerek mü’minlerden nifakın kötülüğü hakkındaki sözleri işite işite pis hâletten nefret eder. En nihayet, lisanından kelime-i tevhidin kalbine damlamasına zemin hazırlamak için itnab yapılmıştır.
Üçüncüsü: İstihza, hud’a, ikiyüzlülük, hile, kizb, riya gibi kötü ahlâklar münafıkta var. Kâfirde o derecede yoktur. Bu cihetten münafıklar hakkında itnab yapılmıştır.
Dördüncüsü: Alelekser münafıklar, ehl-i kitaptan oldukları için, şeytanî bir zekâ sahipleri olup, daha hilekâr, daha desiseci olurlar. İşte bu durumdaki münafıklar hakkında itnab, yani tatvîl-i kelâm, ayn-ı belâgattır.
Lügatçe;
zem: kötülemek, yermek, ayıplamak- münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse-itnab: sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış bir tarzda uzun bir söz ile ifade etme-tatvil: uzatma-nükte: İnce mânalı söz-mechul: bilinmeyen-habis: çirkin, pis-fesad: bozunculuk-Dahilî: içeriden-asabiyet: vatanseverlik-salâbet: değerleri korumadaki ciddiyet, dayanıklılık- ehl-i nifak: münafıklar; iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimseler-teşniat: Ayıplamalar, çirkin bulmalar-takbihat: çirkinlikle niteleme, çirkin gösterme-ihtilât: karışma, iç içe girme-ünsiyet: yakınlık-ülfet: alışkanlık-hâlet: İstihza: alay etme-hud’a: hile, aldatma-kizb: yalancılık-Alelekser: çoğunlukla, genellikle-tatvîl-i kelâm: sözü uzatma-ayn-ı belâgat: belâgatın ta kendisi, ne fazla, ne eksik, yerinde, tam ve münasip söz söyleme sanatı.