Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Bu dünya bir misafirhanedir.
Her günde otuz bin şahit, cenazeleriyle
'El-mevtü Hakkun'
hükmünü imza ediyorlar ve o dâvâya şehadet ediyorlar.
Ölümü öldürebilir misiniz?
Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz?
Madem edemiyorsunuz; mevt Allah Allah dedirtir.
Bediüzzaman
Hakîki bir Müslüman, samîmi bir mü'min
hiçbir zaman anarşîye ve bozgunculuğa taraftar olmaz.
Dînin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşîdir.
Çünkü, anarşî hiçbir hak tanımaz;
insanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki,
bunun âhirzamanda 'Ye'cüc' ve 'Me'cüc' komitesi olduğuna
Kur'ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.
Bediüzzaman
Peygamberimiz hakkında şüphe uyandırmak isteyen kâfir ve münafıklara Kur'an'ın verdiği cevaplar:
(“Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” Tûr Sûresi, 52:43)
Veyahut, hâlık-ı hayır ve hâlık-ı şer namıyla ayrı ayrı iki ilâh tevehhüm eden Mecusîler gibi ve ayrı ayrı esbaba bir nevi ulûhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbabperestler, sanemperestler gibi, başka ilâhlara dayanıp sana muâraza mı ederler? Senden istiğna mı ediyorlar? Demek ل َ و ْ ك َ ا ن َ ف ِ ي ه ِ م َ ا ۤ ا ٰ ل ِ ه َ ة ٌ ا ِ ل ا َ ّ ا ل ل ه ُ ل َ ف َ س َ د َ ت َ ا (“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi.” Enbiya Sûresi, 21:2) hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicam-ı ecmeli, kör olup görmüyorlar. Halbuki bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zir ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvât kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilâf-ı akıl ve hikmet ve münâfi-i his ve bedâhet hareket ediyorlar; onların tekzipleri seni tezkirden vazgeçirmesin.
Lügatçe;
hâlık-ı hayır: mecusilerin itikadına göre iyilikleri yaratan ilâh-hâlık-ı şer: mecusilerin itikadına göre kötülükleri yaratan ilâh-tevehhüm: vehimlenmek, sanmak-Mecusî: ateşperest, ateşe tapan-esbab: sebepler-ulûhiyet: İlâhlık. Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi-nokta-i istinad: dayanak noktası-sanemperest: puta tapan-muâraza: sözle mücadele-istiğna: ihtiyaç duymama-zir ü zeber: darmadağınık, alt üst-insicam: düzen, tertip-intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik-herc ü merc: karışıklılık, dağınıklılık-hilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı-münâfi-i his: duygulara aykırı-tezkir: hatırlatma.
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Kıyâmet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuâtından ve bâzı amâlin fazîlet ve sevaplarından bahseden ehâdîs-i şerîfe güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu' demişler. İmânı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler.
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi, ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuâtı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyârı elinden almayacak. Zîrâ, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyâmet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur.
İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıd hükümler olmuş.
Lügatçe;
vukuât: Vak`alar, hâdiseler. Meydana gelen olaylar-amâl: Ameller, işler, ibadetler-ehâdîs-i şerîfe: Peygamberin (a.s.m.) sözleri, hareketleri ve hâllerini bildiren hakikatler-mevzu': Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan-enâniyet: Benlik, gurur-kavî: Kuvvetli-ervâh-ı âliye: Yüce ruhlar. Yüksek ve temiz ruhlar-ervâh-ı sâfile: Aşağı ruhlar. Kötü ve kirlenmiş ruhlar-tefrik: Ayırt etme, ayırma-meçhûl: Tam bilinmeyen, belli olmayan, gizli-bedihî: Ap açık, belli-ihtiyâr: İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme-bedâhet: Açıklık. Belli, açık-muztar: mecbur-Sırr-ı teklif: İnsanların dünyaya gelip, Allah tarafından bazı vazifelerle sorumlu tutulmasının sırrı-Mehdî: Hidâyete eren veya hidâyete vesile olan; âhirzamanda gelip bütün Müslümanları îmân ve Kur`ân hakîkatlarını anlatan eserleriyle uyandıracak, dinlerini takviye ve îmânlarını yenileyecek olan, Peygamberimizin (a.s.m.) soyundan geleceği rivâyet edilen zâttır-Süfyan: Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs.
Sekizinci Asıl: Cenâb-ı Hakîm-i MutlakCenâb-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle-i Kadri umum Ramazan'da, saat-i icâbe-i duâyı Cumâ gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve Kıyâmetin vaktini ömr-ü dünya içinde saklamış.
Zîrâ, ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya muvâzenesini muhâfaza etmek ve her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak maslahatı, iktizâ eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde mübhem tarzdaki yirmi sene mübhem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.
İşte Kıyâmet dahi şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurûn-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurûn-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan, nasıl hayat-ı şahsiyesiyle hânesinin ve köyünün bekâsıyla alâkadardır; öyle de, hayat-ı içtimâiye ve nev'iyesiyle küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur'ân, der. 'Kıyâmet yakındır,' ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zîrâ, kıyâmet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i Kıyâmet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyâmeti 'Mugayyebât-ı Hamse'den olarak, ilminde saklıyor. İşte bu ibhâm sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi dâimâ Kıyâmetten korkmuşlar. Hattâ bâzıları, 'Şerâiti hemen hemen çıkmış' demişler.
İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: 'âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbâl-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati, asırlarında karîb zannetmişler? '
Elcevap: Çünkü Sahabeler, feyz-i sohbet-i Nübüvvetten herkesten ziyâde dâr-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenâsını bilerek, Kıyâmetin ibhâm vaktindeki hikmet-i İlâhiyeyi anlayarak, ecel-i şahsî gibi, dünyanın eceline karşı dahi dâimâ muntazır bir vaziyet alarak âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, 'Kıyâmeti bekleyiniz, intizar ediniz' tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşâd-ı Nebevîdir. Yoksa, vuku-u muayyene dâir bir vahyin hükmüyle değildir ki, hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i ibhâmdan ileri geliyor.
(Not: Bundan sonraki bahisler daha önce neşrettiğimiz, Mehdi, süfyan, ye'cüc-me'cüc, Hz. İsa'nın nüzulu meseleleri misal olarak verilmş. O kısımları tekrar etmemek için atlıyoruz)
Lügatçe;
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak: Her işi sonsuz hikmetle, fayda ve gayelerle yapan Cenâb-ı Hak- dâr-ı tecrübe: Deneme diyarı, sınama yurdu, iyi ile kötüyü ayırmak için sınav yapılan yer, dünya-kesretli: Sayıca çok ve çeşitli-saat-i icâbe-i duâ: Duânın kabul edildiği ve insanlarca bilinmeyen Cuma gününde bir vakit-muayyen: Kesin olarak belli olan, belirli-gaflet-i mutlaka: Nefsine ve hevesâtına uyarak Allah`ı ve emirlerini unutma, îmân ve İslâm`dan, hak ve hakîkattan gâfil olma-muvâzene: Denge, ölçülülük-havf ve recâ: korku ve ümit-mübhem: İyice belli olmayan. Mutlak âşikâr olmayan. Belirsiz. Gizli-insan-ı ekber: Büyük insan, kâinat-taayyün: Belirlenme-kurûn-u ûlâ ve vustâ: İlk ve orta çağlar-kurûn-u uhrâ: Son çağ-baîd: Uzak-Mugayyebât-ı Hamse: Beş bilinmeyen gaybî şeyler. (Kıyametin vakti, yağmurun yağma vakti, ana rahmindeki çocuğum mâhiyeti, insanın gelecekte ne yapacağı, insanın nerede öleceği.) -ibhâm: kapalı bırakmak. Belirsiz olmak-asr-ı hakikatbîn: Hakîkati gören, hakîkati anlayan insanların yaşadığı dönem-Şerâit: Şartlar-müteyakkız: Uyanık, uyanmış-karîb: Yakın-feyz-i sohbet-i Nübüvvet: Peygamberlik sohbetinin feyz ve bereketi-muntazır: Bekleyen-İllet: Hakiki sebep-hikmet-i ibhâm: Belirsiz bırakmanın hikmeti, sebebi.