Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
ŞEMÂİL-İ ŞERÎF
Allah-u Zülcelal’in Habibi, Hz.Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin mübarek yüz ve vücut güzelliklerini anlatan rivayet ve eserlere Şemâil-i Şerif; bu bilgileri konu ederek oluşturulan hat-tezhib eserlerine de Hilye-i Şerîfe denir.
İslam alimleri, Peygamber (asv) ’ın ve salih alimlerin yaşarken yüzüne bakmak nasıl ibadetse; O’nun sıfatlarının anlatıldığı Hilye-i Şerîflere bakmanın da ibadet sevabına ve Allah’ın rahmetine vesile olacağını beyan etmişlerdir. Bu yüzden ceddimiz çeşitli vesilelerle bu eserler üzerinde önemle durmuştur.
Peygamberimiz (sav) Efendimizin mübarek vücutlarında toplanan ve bâtınî güzelliklerine delalet eden zâhiri güzellikler; hiçbir kimsenin vücudunda toplanmamıştır. Hatta İmam-ı Kurtubî rivayet eder ki; Nebiyy-i Muhterem(sav) Efendimizin cemalinin güzelliği tamamen ortaya çıkmamıştır. Eğer dış görünüşünün bütün güzelliği görünür olsaydı, Sahabe-i Kiram ona bakmaya takat getiremezlerdi.
Cabir bin Semure (ra) demiştir ki; bir mehtaplı gecede âlemin güneşi Efendimizi (sav) gördüm. Üzerlerinde kırmızı alacadan bir hulle vardı. Nebi (sav) ’in nurlu yüzü ile aydan hangisinin güzelliği daha fazla diye; bir kere Resulullah (sav) ’in nurlu yüzüne, bir kere de ayın yüzüne bakmaya başladım. Allah’a yemin ederim ki, benim yanımda Nebiyy-i Muhteremin saadetli yüzü, aydan daha güzel idi.
Peygamberimiz (sav) Efendimizin sakal-ı şerifleri büyükçe; her tarafı birbirine uygun, ne düz ne de dıraz (uzun) idi. Mübarek yanakları yumru olmayıp düz idi. Mübarek ağızları geniş, ön dişleri seyrekçe idi.
Mübarek göğüslerinden saadetli göbeğine kadar ince hat gibi kıllar var idi. Rasul-ü Ekrem (sav) Efendimizin bütün âzaları mutedil, şerefli vücutlarında olan mübarek etleri sık olup sarkmış değildi.
Özetle ifade edecek olursak, Resul-ü Zişân Efendimizin vücut etleri semizlikle zaiflik arasında idi. Mübarek karınları ile göğsü düz; yani aynı hizada olup mübarek göğüsleri geniş idi.
Geçen rivayetlerde de işaret edildiği gibi iki omuz arası geniş, mafsalları toplayan kemikleri iri idi. Mübarek âzaları, elbisesini çıkardığı zaman gâyet nurlu pırıl pırıl parlardı. Vücudunda; mübarek iki memeleri ve karnında, göksünden göbeklerine varıncaya kadar ince bir hat gibi uzanmış olan kıllardan başka kıl yok idi.
Resul-ü Ekrem (sav) Efendimizin kollarında, omuzlarında ve göğsünün üst taraflarında çok kıl vardı. Bileğinin iki yanında bulunan yumru kemikleri uzun el ayası geniş idi. (Malum olduğu üzere, el ayasının genişliği cömertlik alametidir.)
Resul-ü Ekrem (sav) Efendimizin mübarek ellerinin ve ayaklarının parmakları kalın, elleri ve ayakları büyükçe; mübarek parmakları mutedil olmak üzere uzunca idi. Mübarek ayaklarının altı yerden yüksekçe, üst kısmı düz olup üzerlerinde kir yarık ve yırtık yok idi.
Resul-ü Ekrem (sav) Efendimizin mübarek ayaklarının eti hafif, üstü ziyade düz olduğundan su dökülse üstünde durmayıp iki tarafına akıp giderdi. Yürüdükleri zaman ayaklarını yerden kuvvetle kaldırırlar, istedikleri tarafa yönelirler, sağ ve sollarına meyletmeyerek bir miktar ön tarafa doğru eğilirlerdi.
Rasul-ü Zişân Efendimiz yürürken ayaklarını yere vurmadan vakar, sükünet ve tavazu ile yürürlerdi. Yürüyüşleri süratli adımları uzun idi. Sanki yer ayakları altında dürülürdü. Yürüyüşleri süratli, adımları uzun olmakla birlikte, yürüyüşleri vakar üzere olup acele değildi.
Resul-ü Ekrem (sav) Efendimiz bir şeye teveccüh ettikleri zaman, bütün beden, endam ve tenleri ile yönelirlerdi. Sebepsiz etrafına bakınmaz, ön taraflarına nazar ederdi. Yer yüzüne bakışları gök yüzüne bakışlarından daha çok idi. Yeryüzüne bakışları nihayet tevazuları, ziyade hudu’ ve huşularından ve Cenab-ı Haktan ziyade hayalarından dolayı idi.
Resul-ü Ekrem (sav) Efendimizin mubah olan şeylere yüce bakışları göz ucu ile idi. Ashab-ı Kiramı ile beraber yolculuk ettikleri zaman, Ashab-ı Kiramını korumak ve himaye etmek; zayıflarını gözetmek ve fakirlerine yardımcı olmak için kendileri hepsinin ardınca yürürler, karşılaştığı kimselere selamı ilk önce kendileri verirlerdi. (Bu şekilde ilk önce selam vermek tevazu sahiplerinin âdetidir.)
Kaynak: Muhammed Raif Efendi; Muhtasar Şemâil-i Şerif Tercemesi.
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Üçüncü cihet: Eğer, küre-i arzın dört kıt'aları içinde Haşiye en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın da dörtte biri olmayan bir hükümetin memleketi, ekser Asya, Afrika, Amerika, Avustralya'ya karşı galibâne harp edecek, Hazret-i İsa'nın vekâletini dâvâ eden bir devletle beraber dine istinat edip çok müstebidâne olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavi paraşütlerle muharebe ve mücadele eden o hükümetle, ötekilerin şahs-ı manevileri insan suretine girse, ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükümetlerin derecelerini göstermek nev'inden o manevi şahıslar dahi rû-yi zemin ceridesinde, bu asır sayfasında birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler, aynen ve tam tamına hadis-i şerifin mucizâne ihbar-ı gaybi nev'inden beyan ettiği hadise-i ahirzamanın müteaddit manalarından bir manası çıkıyor.
Hatta, şahs-ı İsâ'nın (a.s.) semâvattan nüzulü işaretiyle bir mana-yı işârîsi olarak Hazret-i İsâ'yı (a.s.) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-yı semavi gibi nüzûl ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsâ'nın nüzulünün maddeten bir misalini gösteriyor.
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavi nüzûlü kat'î olmakla beraber; mana-yı işârîsiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi, bu hakikate de mucizâne işaret ediyor.
Haşiye
Avustralya nazara alınmamış.
Lügatçe;
müstebidâne: Diktatörcesine- ceride: Gazete-rû-yi zemin: Yeryüzü-tersim: Resim olarak gösterme, resimleme-temessül: Birşeyin bir yerde sûret ve mâhiyetini aksettirmesi, benzeşme, cisimleşme, şekillenme-ihbar-ı gaybi: Hz. Peygamberin (a.s.m.) görünmeyen âlemlerden verdiği haberler-şahs-ı İsâ: İsa Aleyhisselamın şahsı-nüzul: İnmek, iniş-mana-yı işârî: İşâretlerle ifâde edilen mânâ-bela-yı semavi: Semadan, yukarıdan gelen bela, musibet.
Peygamberimiz hakkında şüphe uyandırmak isteyen kâfir ve münafıklara Kur'an'ın verdiği cevaplar:
('Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? ” Tûr Sûresi, 52:40 meali)
Veyahut, hırsa, hıssete alışmış tâği, bâği dünyaperestler gibi, senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki senden kaçıyorlar? Ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah’tan istiyorsun? Ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin haset ve beddualarından kurtulmak için, ya ondan veya kırktan birisini kendi fakirlerine vermek ağır birşey midir ki, emr-i zekâtı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzipleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır, cevap vermek değil!
Lügatçe;
hısset: cimrilik-tâği: şımarık, azgın-bâği: asi, zalim, sapıtmış-tekâlif: vergiler, istenen işler-emr-i zekât: zekât emri.