Gruplarınızı Görmek İçin Üye Girişi Yapın
Kader söylese,
iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz'î susar.
Bediüzzaman
Evet, vakit yaklaştı.
Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır.
Bediüzzaman
Kazurat: Pislikler
Ahirzaman hadiselerine işaret eden bazı hadislerin tevilleri
Alâmet-i Kıyâmetten olan deccâl hakkında hadîs-i şerifte, 'Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı sâire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer.' rivâyet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivâyete muhâl demişler. Hâşâ, şu rivâyetin inkâr ve iptaline gitmişler.
Halbuki, (Bilgi Allah katındadır) , hakikati şu olmak gerektir ki:
Alem-i küfrün en kesâfetlisi olan şimâlde tabiiyyunun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyân-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimâl tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimâlîye yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. 'Deccâlin bir günü bir senedir,' o daire yakınında zuhuruna işarettir. 'İkinci günü bir aydır' demekten murad, şimâlden bu tarafa geldikçe, bâzan olur yazın bir ayında güneş gurûb etmez. Şu dahi deccâl şimâlden çıkıp, âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü deccâle isnad etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurûb etmiyor. Daha gele gele tulû ve gurûb ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya'da esârette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurûb etmeyen bir yer vardı; seyir için oraya gidiyorlardı. 'Deccâlin çıktığı vakit, umum dünya işitecek' olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyâre halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhâl gören mülhidler, şimdi âdi görüyorlar.
Lügatçe;
Alâmet-i Kıyâmet: Kıyâmet işareti, kıyametin belirtileri-deccâl: Kıyâmet kopmadan önce gelen, İslamiyeti ortadan kaldırmaya çalışan, dinlere savaş açan, yalancı, aldatıcı, hilekâr kimse-eyyâm-ı sâire: Diğer günler, normal günler-muhâl: İmkânsız; olması mümkün olmayan-Alem-i küfr: Kâfirlerin bulundukları, hâkim oldukları dünya, âlem-kesâfetli: Nüfusça kalabalık, yoğun-şimâl: Kuzey-tabiiyyun: Tabiatçılar, materyalistler, tabiata tapanlar-fikr-i küfrî: Küfür ve inkâr fikri, düşüncesi-cereyân-ı azîm: kuvvetli akım, inanç sistemi-Ulûhiyet: İlâhlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi-remz-i hikmet: Kâinattaki sebeplerin arkasındaki asıl hikmetler. Yaratılıştaki hikmetler, işâretler, şifreler-kutb-u şimâlî: Kuzey kutbu-gurûb: Güneşin batması-tulû: Güneşin doğuşu-merkeb: Binek, binit-şimendifer: Tren.
Endişeli sual: Bu ahirzaman fitnesinde açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, biçare aç ehl-i imanı, derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup ya ikinci, üçüncü derecede bırakmaya çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor. Acaba, herşeyde hatta kahr azâbında ehl-i İmân ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlahî cihetinde adalet olduğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i iman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı İmân ve ahiret hesabına ne cihetle istifade edip nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?
Elcevap: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi, küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i ilâhiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakim, nimetinin, hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalade derecesini göstermekle, hakikî şükre sevk etmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.
Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi, bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimat yapmaya çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip, zekâtla yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevk edip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irşadıyla, bu hadiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle taate ve hayrata girip, o hadiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp lehlerinde istimal etmektir.
Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl fark edilmeyecek bir tarzda gelmiş ve şüpheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye bu mecburî belaya bir riyazet-i şer'iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlahiyeye karşı şekvayla değil, rızayla karşılamaktır.
Umum kardeşlerime, hususan musibetzedelere çok selam ve selametlerine dua ediyorum.
Llügatçe;
derd-i maişet: Geçim sıkıntısı- hissiyat-ı diniye: Dine ait duygular-kahr: Allah`ın şiddetli ve azap verici vasıflarının tecellisi, lütfun zıddı-vech-i rahmet: Rahmet yönü-riyazet-i diniye: Az gıda almak suretiyle nefsini terbiyeye çalışmak-vesile-i iltica: Sığınma vesilesi-nedamet: Pişmanlık-hevesat-ı rezile: Boş ve bâtıl ve günahlı şeylere âit olan istekler ve hevesler-tuğyan: Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık-fuhşiyat: Çok çirkin işler, günahlar; gayr-ı meşrû cinsî münâsebetler-taat: İtaat etme, söz dinleme, ibâdet-erzak-ı umumiye: Bütün canlılar için gönderilen rızıklar-miktar-ı zaruret: Yaşamak için gerekli olan-riyazet-i şer'iye: Az gıda almak suretiyle nefsini terbiyeye çalışmak.
Peygamberimiz hakkında şüphe uyandırmak isteyen kâfir ve münafıklara Kur'an'ın verdiği cevaplar:
(“Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? ” Tûr Sûresi, 52:32.meali)
Yahut inkârlarına sebep, tâği zalimler gibi, Hakka serfuru etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zalimlerin rüesaları olan Firavunların, Nemrudların akıbetleri malûmdur.
Lügatçe;
tâği: Azgın-serfuru: baş eğme-mütecebbir: zorba-rüesa: reisler, başkanlar